25 Nisan 2011 Pazartesi

Konsantrasyon kaybolunca olanlar


Her branşta nefeslerimizi tutarak ve yaşımız ne olursa olsun kalbimizde artık ufak sıkışmalarla izlediğimiz Fenerbahçe'nin maçlarına, pazar akşamı yeni birisi eklendi. Kalan 5 maç içerisinde hem rakibin lig pozisyonu, hem taraftar etkinliği, hem de oynanan sahanın büyük olması nedeniyle futbol oynamak isteyen takımlara avantaj sağlayacak olması açısından, kalan 5 maçımız arasında taraftarlarca belki de en kolay geçmesi beklenen maçtı Bucaspor maçı. Ancak taraftarın bu beklentisine sahada oynayan takım da aynı şekilde kapılınca, kolay geçmesi beklenen maç Ali Koç'un da belirttiği gibi korku filmini anımsattı bizlere.

2. yarının ilk maçı olan Antalya maçından itibaren Fenerbahçe maçların başlama düdüğü ile birlikte iç saha deplasman farketmeksizin rakibi presle boğup, oyundaki üstünlüğünü daha maçın başından rakibe kabul ettirmek istiyordu. Özellikle nefesinin yettiği 25-30 dakikalık bölümlerde golü bulursa maç rahata giriyor, bulamazsa devreye kadar olan kısmı rölantide oynayıp, dinledikten sonra 2. devreye de benzer bir baskı ile girip sonuca ulaşmaya çalışıyordu. 2. yarılardaki bu 15 dakikalık baskının da sonuç vermediği maçlarda ise 65-70 den sonra risk alıp, nerdeyse tüm hatlarıyla rakibe yüklenen ve geride zaman zaman boşluklar bırakan ve rakiplere kontra atak imkanı sağlayabilen bir takım izledik tüm 2.yarı boyunca.

Buca maçı daha başından farklıydı. Ne olduysa, nasıl motive olunamadıysa, ya da maç cepte garanti görüldüyse, Fenerbahçe maça başlarken o bilindik presini uygulamak yerine direkt olarak maça rölantide başlamayı tercih etti. Maçın başında ligin 2. yarısından itibaren alışılagelmiş Fenerbahçe agresifliğinden eser yoktu. Bunda bence oyuncuların maçı biraz garanti görmesi biraz da stadın etkisi vardı. Evet stad 50.000 adet Fenerbahçe taraftarıyla doldurulmuştu ama, İzmir Atatürk stadı bizim gibi takımlar için maçlara konsantre olma açısından çok zor. O stata son senelerde kaç kritik maç oynadıysak hepsinde bir şekilde bir sıkıntı yaşadık. Beşiktaş'a 2 tane kupa finali kaybettik. Şampiyon olduğumuz Trabzonspor maçında geriye düştük, penaltı kaçırdık, bir sürü fırsattan yararlanamadık ve çok zor dakikalar yaşadık. Sonunda Sivas ve Bursa'dan gelen haberler ile mutlu sona ulaştık. Dolayısıyla o stad bizim futbol oynamamız için çok uygun değil. Futbolcular bir türlü istediklerini tam anlamıyla yapamıyorlar.

Geçtiğimiz senelerdeki Fenerbahçe ile bu senekinin en büyük farklarından biri de, geri düştüğü maçlarda maçı çevirebileceğini dair taraftarın takıma duyduğu güven. Bu güveni de aslında oyuncular yarattı. Rıdvan'ın hep atıfta bulunduğu 88-89 sezonundaki gibiyiz. O sezonda da yenik duruma düşülse bile oyuncular strese girmeden rahatlıkla maçları çevirebiliyorlardı. Bu sene bu kaçıncı örnek oldu hatırlayamıyorum. Aklımda kalanlar Beşiktaş - Galatasaray - Manisa - Eskişehir ve şimdi de Buca maçları. Sırf 2. yarıda takımın oynadığı 13 maçın şimdi aklıma gelen 5 tanesinde geriye düştükten sonra maçı çevirebilmişiz. Ama Buca maçı skor dezavantajını ilk defa 2 farklı olarak yaşadığımız maç oldu.

Herkesin kafasında devreye 2-1 yenik girerken, devre arasında motivasyon konuşmasının ardından takım çıkar maçı alır düşüncesi vardı ki, bu beklentinin de ilk 10 dakika sonunda karşılıksız çıkması bizleri "acaba şampiyonluk gidiyor mu ?" sorusunu yavaş yavaş kendimize sormamıza neden oldu. Üstüne 3. golü yiyince kimileri iyice umutsuzluğa düşerken, kimileri gereken 3 golün hesabını , "şimdi hemen bi ane atsak, 5-10 dakika içinde bi tane daha sıkıştırsak rakip panikler..." yapmaya başladı.

Ne olduysa Bünyamin Gezer ve yardımcısının ortaklaşa verdiği penaltı kararıyla oldu. Fenerbahçe 3-2'yi buldu. Silkelendi ve kendine geldi. Alex'in gözlerindeki hırs yeniden belirdi. Emre zaten maçın başıdnan beri sinirli agresif ve gergindi. Maç içerisinde Buca'nın Emre'nin üstüne oynayarak, onu yumuşak - sert faullerle bezdirip sinirlendirmeye çalıştığını, bunda da başarılı olduğunu gördük. Maç sonrasında centilmenlik abidesi Musa'nın Emre için söylediği sözler çok manidardı. Hadi biz Emre'nin nasıl biri olduğunu biliyoru da, sevgili Musa, sen Emre'ye cevap verirken neden ağzını kapama ihtiyacı duydun ? Pek de dosthane şeyler söylemiyordun muhtemelen. Maç içerisinde olanların maç içerisinde kalması ve sonrasında televizyonlara taşınmaması lazım. Çünkü sahada yaşananlar o andaki adrenalin ve kalbin ritminin tavan yapması nedeniyle yaşanan olaylar. Gerçi Emre'nin de daha dikkatli, sakin, terbiyeli olması lazım ama ondan yana da pek umudumuz olmadığı için, fazla yazıp parmak yormaya gerek yok. "Emre böyle, onu böyle kabullenmek lazım, sinirlendiğinde hem daha iyi oynuyor" savunmasını ise kesinlikle kabul etmiyorum. Fenerbahçe forması giyen futbolcunun sınırı aşan bu hareketlerini periyodik olarak görmekten ben bıktım.

Gökhan Gönül'e de bi paragraf ayıralım diyorum da, her hafta her maç nerdeyse aynı performansı sergilediği için her defasında Gökhan'a paragraf açmak durumunda kalıyoruz, yazı uzuyor. Yine bitmez tükenmez enerjisi ile, bizler izlerken yorulduk ama Gökhan yorulmadı. Sağ kanattan özellikle 2. yarı yaptığı bindirmeler ile maçın dönmesinde büyük rol oynadı. Gökhan'ın rolü olsun olmasın ilk 4 gol (penaltının hazırlanışı dahil) sağ kanattan geldi. Fenerbahçe'ye ve Türk futboluna uzun yıllardır böylesine hem defansif hem de ofansif anlamda görev yapan, ve her iki görevinde de çok başarılı olan, yeri geldi mi stoper bile oynayan oyuncu gelmemişti. Bizim jenerasyonun gördüğü en iyi sağbek İlker yağcıoğlu iken, şimdi Gökhan'ı izliyor olmak büyük ayrıcalık. Ancak bu performansı Avrupa kulüplerinin dikkatini çoktan çekti bile. Onu kaybetmek bizim için büyük kayıp olur. Aman diyelim.

Alex bildiğimiz Alex. Türkiye kariyerinin bence en güzel ve verimli sezonunu geçiriyor. İstatistikçiler Emre'nin attığı golde pası veren Alex'e asisti yazarlar diye umuyorum. Gol Emre'nin becerisi olsa da, pası veren Alex olduğu için, istatistiklerine +1 eklenmesi gerekir. Bu da Alex'in insanüstü istatistiklerine 2 gol + 1 asist daha eklenmesi demek olur.

Bu arada aklımıza gelmişken, ilk yarıdaki koşma mesafelerinden de bahsedelim. Bucaspor 54 km koşarken Fenerbahçe 49 km koşmuş. Şampiyonluğa giden bir takımın küme düşmek üzere olan bir takımla oynadığı maçta hayret verici bir istatistik. Aynı şekilde ligin en fazla başarılı ve başarısız pas yapan 2 takimi oynarken, Fenerbahçe'nin özellikle ilk yarıda rakibinin böyle pas yapmasına ve oyunu domine etmesine izin vermesi çok garip bir durum. Hele Abdülkadir'in Fenerbahçe defansının arkasına sarkıp rahatça cirit atması daha da garip. Ligin en iyi defans göbeği bizde diye iddia ederken bu golleri yemek çok rahatsız edici. Yobo'nun hele 3. golde müdahele edemeyişi ondan alışmadığımız bir durumdu.

Gelelim Guiza ve onun göz yaşlarına. Yaşadığı sıkıntıyı anlamak için onun yaşadıklarını yaşamak lazım. Çoğu insan onun için "parasını alıyor, oynamıyor, oh ne rahat hayat" şeklinde düşünse de, Fenerbahçe başkanı ondan hiç avzgeçmedi. Talipleri çıkınca istediği fiyatı vermediler diye satmadı. Takımda kalacağı belli olunca Aykut Kocaman da oyuncusuna sahip çıktı ve onu kazanmöaya çalıştı. Guiza bence dışarıdan gözükenin aksine, "aman oynamazsam oynamayayım, paramı alırım keyfime bakarım" şeklinde düşünmekten çok, oynayamadığına üzülen yapıda biri. Mesleğini yapamayan bir insan tabiki de çok üzülür. Ama Guiza'nın durumu biraz farklı. Aldığı paranın altında ezilme ve bu durumun onu rahatsız etmesi olayı da var. 1 senedir oynamayan oyuncuyu maçın 70. dakikasında rüzgarı da arkamıza almışken oyuna almak aslında riksti. Gerçi 3-1 den 3-3 e gelirken Buca'nın da direnci inanılmaz kırıldı. Kontra ataklık halleri pek yoktu ama yinede defansif orta saha çıkarıp, 1 senedir maç yapmamış bir forveti hele ki Guiza'yı oyuna almak riskti. O risk de olumlu şekilde sonuçlandı ve Guiza girer girmez 40. saniyede herkesin beceremeyeceği harika bir vuruşla topu ağlara gönderdi. Golde maç boyu çok silik kalan Semih'in de harika pasının hakkını vermek lazım. Ha bir de tribünden atlayıp gol sevincinde Guiza'ya sarılan arkadaşa.

Haftalardır çok kritik maçlar oynuyoruz. Oynadığımız son 14 maçın 13 ünü kazandık 1 inde de berabere kaldık. Şampiyonluk için büyük ihtimalle kalan 4 maçın tamamını kazanmak gerekecek. Yani 18 de 17 yapmak gerekecek. Bu başarılabilirse, tarihe geçecek mükemmellikte bir iş olacak. Herşeyden önemlisi, Yeni Malatyaspor'a yenilip Türkiye kupasına veda eden bir takımın kendi içerisinden çıkardığı, kendi camiasının çocuğu olan bir isimle kucaklayacağı mucizevi bir şampiyonluk olacak. Aykut Kocaman özellikle 2. yarıda takımda yakaladığı hava, doğru analiz, disiplin ve otorite gibi konularla şampiyon olamasak da kalmayı çoktan haketti. Umarım şampiyon olamazsak Aziz Yıldırım Fenerbahçe'sinin gelenekleri bozulur ve şampiyon olamayan bir teknik adam görevde kalır. Çünkü Aykut Hoca bu haliyle gelecek için ışıl ışıl parlıyor.

Son bir not da maç sonralarında takımla taraftarın bütünleşmesi için yazalım. Futbolcuların bu şampiyonluğa ne kadar çok inandıklarını, taraftarın desteğini nasıl da arkalarında hissettiklerini, onlardan nasıl da güç aldıklarını öyle güzel gösteriyor ki bu maç sonu sevinç gösterileri. Dilerim en büyüğünü sezon sonunda şampiyonluk kutlamalarında yaşarız. Geçmişe dönüp şampiyon olduğumuz yıllara baktığımızda özelliklle son haftalarda hep böylesi tarihe geçecek, muazzam maçlar yaşadığımızı görüyoruz. İşte bu şampiyonluk yarışımızda eksik olanlardan biri de buydu. Önce 90+4 'te gelen golle lazanılan Gaziantep maçı, şimdi de 3-1'den dönen Bucaspor maçı bu eksikliği gideren 2 önemli maç oldu. Yalnız böyle heyecanlı maçlara daha kaçımızın kalbi dayanır bilemiyorum. Sadece futbolda değil, diğer tüm branşlarda da mücadeleleri takip ettiğimizi Fenerbahçe'li oyunculara hatırlatmak, mümkünse maçları daha rahat kazanmalarını talep ettiğimizi kibarca belirtmek isterim.

Haftaya İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında tribünlerde buluşmak ümidiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder