31 Ocak 2011 Pazartesi

Sonunda ... Mehmet Topuz



''Taraftar, Tuncay gibi birini bekliyor.Sakatlanmasa Özer bunu üstlenebilirdi.'' Emre Belozoglu - 20 Ocak 2011 Persembe
Fenerbahce son senelerde gormedigimiz bir 30 dakika oynadi, dikine, baskili, yardimlasmali. Bu guzel oyunda bir cok aktor vardi ama ben bir tanesini secmek istedim, o da Topuz. Genelde atan, tutanlarin onemsendigi bir ligde herkes yaptigi assist harici oyuna skor destegi yapmayan Topuz'u konustu.
Bu ilginin sirri aslinda Emre'nin yukarida belirttigi konuda gizli, Fenerbahce bir cesaretlendirici, takimi atesleyen oyuncu arayisindaydi ve bu macta Topuz bu gorevi ustlendi. Buna attigi deparlari, sag aciktan gelip, soldan top cikarmasini, mac boyunca pres yapmasini, Selcuk atildiktan sonra ortaya gecip mucadele etmesini, ya da  2. goldeki assistini dahil edebiliriz.

Bu konunun en guzel kismi da aslinda bu performansin sayilarla aciklanamayacak olmasi, yani Topuz 2 sut atmis(2side isabetsiz), 3 faul yapmis yada kosu mesafesinde cok anormal bir durumu yok.

Ama yuregini ortaya koymus ya, iste bu cok ama cok onemli,

Sevgiler,

Umuttur insanı yaşatan

Bizim için tamam - devam maçıydı. Mağlübiyet halinde şampiyonluğa havlu atacağımız, beraberlikte puan farkının 7 de kalarak mucizeleri bekleyeceğimiz, galip gelmemiz halinde ise içimizde şampiyonluk için bir heyecan kıpırtısının yaşanmasını sağlayacak bir mücadeleydi. Sahadaki mücadeleye de baktığımızda oyuncuların bunun farkına vardığını ve herşeylerini ortaya koyduklarını rahatça gözlemledik.

Bu sezon 19 haftası geride kalan lig + Türkiye kupası ve Avrupa kupaları serüvenimizde hiç de alışkın olmadığımız bir savaşan takım izledik. İnsan hayıflanmadan edemiyor tabi, madem kapasitemiz bunu yapmaya müsait, bu zamana kadar nerdeydi bu mücadele ruhu ? Aslında dün akşamı sezonun geri kalanından ayrı kılan sadece sahadaki takımın mücadelesi değildi. Senelerdir üstüne ölü toprağı serpilen bir taraftarın, yeşil zemindeki oyuncuların mücadele gücünü gördükçe hırslanması ve takımını kamçılamasıydı. Geçen sezon sonu yaşadığımız trajediden sonra açıkçası tribünde hiç kimse kendine gelemedi. Bu zamana kadar oynanan futbol ve performans baz alındığında da tribünlerin büyük çoğunluğunda en ufak bir hırs görememiştik. Ama dün akşam ne olduysa bu tersine döndü.

Yumurta - tavuk olayı gibi, sahadaki takım mücadele ettiği savaştığı için mi tribünler böylesine hırslandı ve şahlandı, yoksa taraftar mı takımı ateşledi, bir yorum yapmak zor. Sanırım her ikisi de birbirini etkiledi, ama dün akşam statta bulunanlar beni daha iyi anlayacaktır, ortaya muhteşem bir görüntü çıktı. Özellikle 60. dakikadan sonra oyunun seyirine yönelik, oyuna etki edecek şekilde hem hakemi hem de rakibi baskı altına alacak anlamda destek geldi tribünden.

Maçın başındaki "yüreğini koy ortaya" koreografisi ve maçın sonundaki "Kocaman umutlarımızın sahibisin" dev pankartı aslında taraftarın ne istediğinin ve ne hissettiğinin mesajını çok net veriyor. Taraftar sahada sonuna kadar mücadele eden, tekmeye kafa sokan, mağübiyeti ya da beraberliği kabullenmeyen, formasının kıymetini bilen, Fenerbahçe ruhuyla oynayacak, bir maç için gerekirse yüreğini ortaya koyacak oyuncular istiyor. En kısa anlatımla 11 tane Ömer Onan istiyor. Bundan başka biraz da romantik olarak, kendi camiasının çocuğu olan Aykut Kocaman'a da inanmak, bu şampiyonluğu ve gelecekteki başarıları da onunla yaşamak istiyor. Tribünden izlediğinde veya yorumcuları okuyup Aykut hoca'nın yanlışlarını gördüğünde bile Aykut'un işallah bir bildiği vardır demek istiyor.

Aykut Kocaman bizler için çok özel bir insan. Ancak görünen o ki Türk futbolu için de çok ezber bozan, farklı bir kişilik olarak yerini alacak gibi. Efendi, ağırbaşlı, egosuna yenik düşmeyen, basmakalıp cümlelerden kaçınıp yeri geldi mi lafı gediğine oturtmasını bilen ve bana göre kişilik - karakter olarak Fenerbahçe'nin başına 10 numara yakışan bir isim. Teknik kabiliyetler ve oyuncular ile iletişim açısından şu ana kadar çok iyi bir not vermek şahsen mümkün olmasa da, değerlendirme yapmak için daha beklemek lazım. Sadece Trabzon maçı, bugüne kadarki kötü gidişhatı görmemize engel olmamalı ama, başlıkta da dediğim gibi, umuttur insanı yaşatan. Trabzon maçıyla birlikte de sadece şampiyonluk yolunda değil takım olma yolunda ve sahada direnç gösterip savaşma yönünde çok olumlu sinyaller var. Dilerim bunun nedeni Trabzon maçı için konan olağanüstü büyüklükteki prim değildir. Aslında haftaya herşey belli olur.

Dün Markus Merk'in de dediği gibi, maç başladığında henüz 1. dakika dolmuşken, futbolcuların topa nasıl hırsla basıp, 1 kişiye 3-4 kişi pres yapıp, topu kapma isteklerini gördüğümüzde bu maçı daha çok isteyen tarafın Fenerbahçe olduğu belli olmuştu. Dolayısıyla maçın başındaki 1 dakika bile aslında bazen çok şey ifade edebiliyor. Dün akşam bireysel performanslardan çok takımın toplu halde istekli olması, çok ve etkili koşması damga vurdu ancak Mehmet Topuz'un bitmek tükenmez enerjisini es geçemeyecem. Dün bir insandan çok öte bir canlı gibi koştu - mücadele etti ve savaştı. Helal olsun.

Maçtan önce arkadaşlarla birlikte maç öncesini konuşurken, bugüne kadar ki gelen süreci göz önünde bulundurarak "2 farkla kazanmamız imkansız" demiştim. Zira bugüne kadar olan maçlara baktığımızda iç sahada orta - alt sıra takımlarına karşı oynarken bile hep golü atıp arkasındaki 6-7 dakikalık fırtınada 2. yi bulamadığımız zaman o attığımız golün üstüne yatmayı düşünüyoruz. Futbolcular bile bunu zaman zaman dile getirdi. Misal Volkan "Fenerbahçe gibi bir takım 1. golü bulduktan sonra onu savunmayı değil 2. yi atmayı düşünmeli" demişti hatırlarsanız. Bu mentalite biraz Aykut Kocaman ile yerleşmiş gibi geliyor bana. Açıkçası Fenerbahçe gibi büyük bir takımın hele de kendi evinde öne geçtiği maçlardan sonra panik yapıp onu savunmaya geçmesine anlam veremiyorum. Tamam deli danalar gibi açılmanın da manası yok ama 1 farklı önde götürülen maçların hiç biri garanti değil. Bunlardan ilk yarıda özellikle deplasmanda çok çektik. İlk golü atıp puan kaybedilen maçların sayısı oldukça fazla. Buna Aykut hocanın bir çare bulması lazım, ya da Aykut'un mentalitesinin değişmesi, Fenerbahçe'nin büyük takım olduğunu futbolculara hissettirip 1. golden sonra 2. golü bulmak için de işin hücum yönünü bırakmamalarını anlatması lazım.

Dün 1. golden sonraki fırtına biraz uzun sürdü, oyunu ilk 30 dakika adeta domine ettik, 2. golü de bir kontrayla bulup, daha sonrasında özellikle 35-40. dk dan sonra devrenin bitmesi için dua eder hale geldik. Trabzon'un 2-0 dan sonra üstümüzde baskı kurmasında, iyi oynuyor gibi gözükmesinde kesinlikle bizim istemli ya da istemsiz geriye çekilmemizin büyük payı var. 2. yarı da oyunun geneli Trabzonspor'un baskısıyla geçti. Tamam kapanıyoruz, ama karşılığında da rakip takım bazen şuursuzca saldırıyor, işte bu şuursuz saldırıları defederken bir türlü düzgün kontraatağa çıkamıyor takım. Halbuki elinde de Dia - Niang - Stoch gibi bir anda hızlanabilen, çabuk, atik oyuncuların var. Yani kadroya baktığımız zaman bu oyuncuları görünce, Fenerbahçe 1-0 öne geçtiği maçlarda asla maçı kaybetmemesi lazım, ama biz çok kötü kontraya çıktığımız, daha doğrusu çıkamadığımız için bir türlü bunları değerlendiremiyoruz. Rakip takım korner kullanırken neredeyse 11 oyuncu birden ceza sahamız içerisinde, yarı sahada olmasını geçtim, ceza sahası içinde. Bu durumda asla kontraya çıkamazsınız. Dün İstanbul Büyükşehir Belediyespor Beşiktaş karşısında nasıl da kontralara çıktı, sayısız pozisyon buldu. İşte biz bunu beceremiyoruz, dolayısıyla da hep 1-0 ın 2-0 ın üstüne yatmaya çalışırken sıkıntı yaşıyoruz, dün de maç 2-0 olmasına rağmen tribündeki büyük çoğunluk maçı tedirginlikle takip etti.

Bir kısa not da oyuncu değişikliklerine. İlk oyuncu değişikliğimiz 76'da oldu. Bana göre oldukça geç. Çünkü rakip takımın oyunu domine ettiği 2. yarıda iyi ya da kötü bir müdahelede bulunmak gerekiyor. Derken müdahele geliyor ama, yapılan 1 değişiklik ile birdenbire sahadaki bir çok oyuncun yeri değişmeye başlıyor. Belki de 3-4 oyuncu 75 dakikadır oynadıkları yerlerden farklı mevkilere geçiyor. Dün Bekir girince mesela Dia çıktı. Gökhan Gönül bir anda orta sahaya geldi. Bunlar oyun içierisindeki çok ekstrem değişiklikler. Bence tehlikeli de. Dünkü maçta 2-0 ın sütüne yattık ama çok da ciddi pozisyon vermedik direkten dışarı çıkan top haricinde. Bu da aslında önemli olan pozitif bir özellik. Yani maçın 2. yarısı aslında Trabzon'un kontrolünde geçmiş olsa da, Trabzonsporlular'ın "bu nasıl kaçar" diyebileceği gol pozisyonu pek fazla yok.

Oyunculara tek tek değinmek istemiyorum, o işi Çınar'a bırakacağım ama Trabzon'daki Jaja'ya özellikle değinmek istiyorum. Maçı çıplak gözle izleyince ne kadar müthiş bir oyuncu olduğunu anlamak daha mümkün. Bu adamı bütün maç biz durduramadık. Sanki soyunma odasında bizim takıma "Jaja'yı durdurmak için hepinizin 1 sarı kart hakkı var" gibi bir söylemde bulunulsa bu akdar olurdu. Jaja her topu aldığında bazen tatlı sert müdaheleler ile, bazen de kasıtlı müdaheleler ile durdurmaya çalıştık. Rakipler Fenerbahçe'ye karşı Alex ve Emre'ye bunu yaptıklarında accaip sinirim bozuluyor ve hakemlerin kart göstermeyip seyirci kalmasına çıldırıyorum. Dün Bünyamin Gezer seyirci kalmadı, faullerin kart gerektirdiği yerlerin hepsinde nerdeyse kartını kullandı ve Selçuk'un da hatası sonucu 10 kişi kaldık. Bize çok pahalıya mal olabilirdi, ama şükür ki Glowacki de aynı hataya düştü. Bünyamin Gezer bu durumlarda eşitlemeyi seven bir hakem, ama taraftar da öylesine bir baskı oluşturdu ki o ortamda hakemin kırmızıyı çıkartmama şansı yoktu.

Daha fazla uzatmayalım, Çınar'a da yazacak şeyler bırakalım. Geçen sezonki kapanış ve sonrasında yaşanılanlara, bu maça kadar ki kötü performansı ekleyince açıkçası ne ben ne de taraftarın çoğu şampiyonluk için ümit sahibi değildik. Ama dünkü atmosferi statta yaşayınca "bir umuttur insanı yaşatan" demeden de geçemeyeceğim. İnanmak istiyoruz, sahada yüreğini ortaya koyan futbolcular görmek istiyoruz, başarı istiyoruz ve en önemlisi bu başarıyı Aykut Kocaman gibi kendi değerimizle görmek istiyoruz. Trabzonspor maçında kıvılcımı çaktılar, bizi çok umutlandırdılar, dolayısıyla tek temennim "umutlandırıp utandırmasınlar". Evet umuttur insanı yaşatan ama, geçen seneki gibi hem sonuçlarla hem de anonsla umutlanıp sonrasında gerçekle yüzleşince, "keşke hiç umutlanmasaydık da bunları yaşamasaydık" diyebiliyorsunuz.

29 Ocak 2011 Cumartesi

We are the BEST Fenerbahçe!



Ne güzeldi, akşam oynanacak maç için 11'de girerdik içeri. Sette Arap Erkan otururdu o meşhur sarı ceketiyle. Akşama kadar tribünde vakit geçirirdik, yanımızda getirdiğimiz salkım salkım üzümleri, ekmek arası sandviçleri yerken. Bir kaç saat boyunca yeni besteler söylenirdi karşılıklı. Anlaşmazlık olduğunda "Yaz da gönder" diye bağırılırdı. Sonra, takım sahaya çıkardı; müthiş bir gürültü içerisinde. Tabi bu gürültüler anlamsız sesler kümesi değildi. Futbolcular tek tek tribüne çağrılırken,kulağımda ise şu an başlık olarak gördüğünüz cümle: "We are the Best, we are the best, we are the best Fenerbahçeeee!" Sanırım bu tezahürat da takımdaki Harald Schumacherler, Fadıl Vokriler, Czeslaw Jacolcewiczler içindi. Onların da kendisini anlamasını istiyordu taraftar.Maç başladığında herkes ayakta, bende boy o zamanlar 1.30 en fazla. Şimdi de selvi boylu değilim ama o zamanlar maçı izleyebilmek için canım babamın beni omuzlarına alması gerekirdi. Tabi eve gidince de kızarmış omuzlarını kremlemek yine bana düşerdi.

Bu imgeler bana Fenerbahçe-Bakırköyspor maçından kalanlar. Maraton zamanları. 90-91 sezonu yanılmıyorsam. Maçı 1-0 almış, mahalledeki arkadaşlara bir hafta boyuncu anlatacağım anılarım çıkmıştı ortaya. Bir de 11 numaralı sarı, omuzları lacivert çizgili "Emlak Bankası" reklamı olan yeni formamı hatırlıyorum sırtımdaki. Ah...

Herkesin ortak paydada buluştuğu bir problem var maalesef tribünlerde. Kendimi "tribüncü" diye nitelemiyorum;ancak görünen köy de kılavuz istemiyor. Blog'umuzun yazarlarından Levin, bir önceki blogta, basketbol maçındaki tabloyu çok güzel aktarmış zaten. Ben de çok önemli bir Trabzon maçı öncesi bu konuya değinmek istiyorum.

Levin'in bahsettiği, "Rakiple aradaki sayı farkı çok azken Pınarbaşı" durumunu ben 2 yıl önce bir Türk Telekom maçında yaşamıştım. Şampiyonluk yarışının artık en kızıştığı dönemde Türk Telekom'la oynarken, sadece 1 sayı öne geçtikten sonra "Pınarbaşı burma burma" diye bağıran bir tribünümüz var. Maçtan hemen önce, nedeni bilinmeyen bir şekilde basına küfreden bir tribünümüz var. Maçın ardından, bana göre çok yaratıcı bir Beşiktaş tribünü bestesi olan, "Gücüne güç katmaya geldik" bestesine, hiç yaratıcı olmayan, sadece küfürden oluşan bir kontra ile karşılık veren, alınan Valencia galibiyetinin tadını çıkarmak yerine alakasız bir şekilde ezeli rakibe küfreden bir tribünümüz var. Tüm branşlarda takımının maçında, takımı coşturmak yerine, hala 1980'lerdeki "Dert ortağım benim, biricik sevgilim" şarkısının beste versiyonunu söyleyen,tribün gruplarına dahil olmayan münferit taraftarları uyutan ve sahadaki adama hiç bir şey katmadığına inandığım arabesk besteler söyleyen bir tribünümüz var.

Bu şartlarda siz hiç bir münferit taraftarımıza: "Neden bize katılmıyorsunuz?" diye soramazsınız. Yaratıcılıktan son derece uzağız. Acı, ama gerçek.

Önümüzde bir Trabzon maçı var. Tribün grupları tribüne büyük bir coşkuyla dönüş yaptılar. Herkes, ama herkes bir zamanların "Maç kazandıran" taraftarını özlemiş durumda.

Naçizhane tavsiyem, futbolcuyu ve stada gelen taraftarları uyutmayacak, yormayacak, coşkulu tezahüratların tribünde yer alması. Herkesin "taraftarlık" olgusuna iştirak etmesini bekliyorsak, insanları zorla değil teşvik ederek, güzel işler ortaya çıkararak, severek entegre olmalarını sağlayabiliriz. Neşe Karaböcek şarkılarıyla değil.

Yıllar önce FB TV soyunma odasından canlı yayın yapıyordu ve bir ara, etrafı çekerken Mateja Kezman'a odaklandı. Kezman'ın arkası dönüktü ve kendi kendine şunu söylüyordu: "Haydi Fener haydi Fener haydi, tam zamanı tam zamanı şimdi!"

Bu basit kuple bile futbolcunun beynine etki edebiliyor demekki.

Az daha unutuyordum. Fotoğrafı da Aykut Kocaman'a ve canım Fenerbahçem'e ithaf ediyorum. Tişörtün üzerinde, Benitez'in İstanbul'daki CL finalinde devre arasında skor 3-0 iken yaptığı konuşmadan bir alıntı var.

Liverpool'dan çok daha fazlası bizde varken, ruhu sahaya yansıtabilmemiz ve pazar akşamı evlerimize güle oynaya dönebilmemiz dileğiyle.

28 Ocak 2011 Cuma

Maçı koparamayınca olanlar


Öncelikle maç yazısını ertesi güne bıraktığımız için kusura bakmayın. Maçı salonda takip edince, maçın bitimi 23.45'i bulunca, arabayı da otoparka parketmek gibi bir gaflette bulununca eve döndüğümüzde saat epeyce geç olmuştu. Yazıya başlarken hemen faydalı bir uyarıda bulunalım, arabayla geldiğiniz takdirde yapabiliyorsanız arabanızı salonun otoparkına değil de, etraftaki müsait yerlere parkederseniz hem zaman kazancı sağlamış olur hem de boşu boşuna sinirlerinizi yıpratmamış olursunuz. Dün gece yarım saat kontak kapalı beklemek fazlasıyla çıldırttı bizi.

Maçın analizine geçmeden önce hemen hakemlere iki çift laf edelim. Geçen haftaki Olympiakos deplasmanında nasıl "her deplasmanda böyle hakem olur işallah" diyerek hakemleri övdüysek, bu hafta da kendileri tarafından katledilmemize canlı canlı şahit oluyorduk az kalsın. Şükür ki Emir çıktı son saniyede engelledi. Eve geldiğimde maçın tekrarını dinlerken Murat Kosova bu maçın NBA TV de dahil olmak üzere birçok kanaldan yayınlanacağı için hakemlerin "ev sahibini korumuyoruz" olayını göstermeye çalıştıklarından bahsetti. Bilmiyorum sebep bu mudur ama, resmen hakemler tek taraflı olarak maçı doğradılar.

Başlıkta "maçı koparamayınca olanlar" diye yazdık. Valencia maçı rahat 5 ya da 6 kez kopma noktasına geldi. İlk yarıda 3 kez, 2. yarıda da 2-3 kez. Ama hiç birinde Murat Murathanoğlu'nun deyimiyle "kapıyı kapatamadık". O son darbeyi vuramadıkça ölmeyen portakal Valencia güçlendi. Kene gibi her defasında maça tutundu ve sonuna kadar da bırakmadı. Peki bu maçı koparıp alamamamızın nedenleri nelerdi ?

Öncelikle hem hücum hem de savunmada istikrarlı 2'şer 3'er hücum göremedik. Bu ne demek ? İyi savunma yapıp, sayı yemeyip ardından bunları etkili bir şekilde hücumda değerlendiremedik. Ya da iyi hücumları yaptıktan sonra bir türlü savunmada istenen düzeye çıkamadık. Şu maçta üst üste 3 hücum iyi savunma yapıp, bu savunmaların devamındaki hücumlarda doğru topları kullanabilseydik maçı çok daha erkenden kopartabilirdik. Ama işte o devamlılık sağlanamayınca Valencia sürekli maça ortak oldu. Burada rakibin koçu Svetislav Pesiç'in de etkili müdahelelerini es geçmemek lazım. Rüzgârı biraz arkamıza alır gibi olduğumuz, taraftarın coşma noktasına geldiği dakikalarda hızımızı molalarıyla çok iyi kesti.

Bizim savunma - hücumdaki sürekliliği sağlayamamamız ve rakip koçun oyuna doğru müdaheleleri haricinde yukarıda belirttiğim gibi hakemler de maçın kopmasını engelleyen faktörlerden biri oldu. Bazı düdükler o kadar anlamsızdı ki. Ama işte burada taraftarın devreye girip o hakemleri baskı altına alıp o düdükleri çaldırtamayacak duruma getirmesi lazım. Ne yazık ki salon tıka basa dolsa da, gelen taraftarın çok az bir kısmı oyuna ve hakemlere nasıl etki edebileceğini biliyor, bu taraftar konusuna ayrıyeten yazının sonunda değinecem.

Şöyle bir istatistik kağıdına bakıldığında, 9/18 ile muhteşem bir 3 lük yüzdemiz var, 20/34 ile %59 luk bir 2 lik yüzdesi mevcut. Bir de rakibe bakalım. 4/16 gibi %25 lik bir hücum yüzdesinin yanında 2 liklerde 26/51 ile %50 lik bir hücum yüzdesi. Serbest atışlarda da bi fark yok. E peki biz rakipten çok daha iyi yüzde ile atarken, rakipten 4 tane daha fazla 3 lük sokmuşken, 2 sayılık yüzdesinde de öndeyken, neden maç sadece 2 fark ile bitiyor ?

Cevap çok basit. Verilen hücum ribaundları ile Valencia'nın yakaladığı 2. hatta 3. hücum şansları sonucunda bulduğu sayılar. Biz 34 adet 2 sayılık atış bulurken, Valencia 51 adet 2 sayılık atış kullanmış. Denenen 3 lük sayılarının çok yakın olduğunu düşünürsek, bu veri Valencia'nın bizden 17 hücum fazla yaptığını gösteriyor. İnanılmaz bir rakam. Ribaundlara baktığımzıda, Valencia 38 - Fenerbahçe 28. Valencia'nın hücum ribaundu sayısı 18, nerdeyse bizim 20 adet savunma ribaunduna eşit. Bu kabul edilemez bir durum.

Hal böyle olunca, Spahija ribaund sorununu çözebilmek için mecburen 35 yaşındaki Mirsad'ı 24 dakika sahada tuttu. Euroleague gibi üst düzey bir arenada Mirsad'ın 35 yaşıyla verdiği bu mücadele gerçekten inanılmaz. Savunmadaki katkısının üstüne bir de özellikle son çeyrekteki hücum katkısını ekleyince bence maçın kilit isimlerinden biri oldu. Herkesin aklına Olympiacos maçında nispeten iyi katkı veren Sean May neden bu maçta denenmedi sorusu akıllara gelebilir ama, emin olun şu maçta Sean May oynasaydı rakibin aldığı hücum ribaund sayısı 22-23 leri bulurdu. Dolayısıyla bence koç Mirsad'ı sürekli oyudna tutarak ve May'i düşünmeyerek doğru yaptı.

Şu maçla ilgili en büyük sıkıntı pota altında, pota altımızı düzgün savunamadığımız yetmiyorken, hücumda da yine Mirsad haricinde bir katkı göremedik hiç kimseden. Oğuz, Kaya, Lavrinovic 3 lüsünün toplam 6 sayı atması kabul edilebilir bir durum değil. Pota altından skor üretmek artık 35 yaşındaki Mirsad'ın görevi değil (hoş onun ürettiği sayıların çoğu da dışarıdan şut şeklindeydi) Vidmar'ın sakatlığından sonra bir Cholet deplasmanı bir de bu maç çok ciddi bir şekilde pota altı zaafiyetini hissettiğimiz maçlar oldu. Ne yapıp ne edip oraya mevcut kadro içerisinde bir çözüm bulmamız gerekiyor.

Maçın geneline baktığımızda ise sanki Valencia hücumda bizim alışık olduğumuz Fenerbahçe gibi oynadı. Tek bir oyuncunun yıldızlaşmasından öte eşit dağılan sayılar, yapılan doğru hücumlar bana bizim bu sezonki oyunumuza oldukça benzer geldi. Valencia tam bir deplasman takımı taktiğiyle oynadı. Maç boyunca 4-5 sayılarda bizi takip etti, hedefleri 4. periyodun son 4-5 dakikasında vitesi arttırıp galibiyeti elde etmekti ama Ömer Onan faktörü ortaya çıkınca son 2.30'a 9 sayı önde girdik. Buan rağmen maçtan kopmadılar. Aslında ilk yarıdaki Valencia savunması oldukça kırılgan ve güçsüzdü. Bütün devre boyunca yanılmıyorsam 5 ya da 6 faul yaptılar. Bunun içinde hakemlerin çalmadığı düdükler de olabilir ama bu dirençsiz savunmaya karşı daha fazla sayı bulmalıydık.

Dün akşam alışkın olmadığımız şekilde Fenerbahçe'de isimler ön plana çıktı. Her ne kadar istatistik kağıdında 17 asist gözükse de, galibiyeti getiren faktörlerde daha dominant olan kişisel performanslar oldu. Marko Tomas ve Ömer Onan inanılmaz işler yaptılar. Tomas gittikçe ısınıyor. Sezon başındaki istikrarsız görüntüsünden sıyrılmış durumda. Dün de nokta şutör gibiydi ama ondan alışık olduğumuz ribaund - asist katkısı gelmedi. Tomas maçları 6-7 sayıyla tamamlasa da onun 5 ribaund - 4 asist gibi performanslarına çok alışmıştık, dün ribaundlarda katkısının olmaması bizi sıkıntıya iten nedenlerden biriydi. Gerçi çok erken 2 faul alınca, Kinsey'in de sakatlık nedeniyle yokluğunda içimiz bir ürperdi baştan ama, aynı pozisyonda Ömer inanılmaz bir katkı sağladı, Tomas da sonrasında faul sorunu yaşamadan devam etti.

Ömer Onan ayrı bir paragrafı hakediyor. 33 yaşında inanılmaz bir enerji ile akıl almaz şeyler yapıyor. Oyunu çift taraflı harika oynuyor. Savunmada rakibin yıldızını bezdirirken, kapılan topla ya fast break'e nokta koyuyor, ya screen'den çıkıp hareketli bir halde 3 lüğü yolluyor, ya da içeri drive ederek turnikeyi bırakıyor, basket faulü aldırıyor. Basketbola yeni başlayanların idolü olması gereken bir isim. Ama tabi 3 lük yüzdesinin serbest atış yüzdesinden iyi olmasını ben bir türlü anlayamıyorum. Ömer Onan o kadar güzel şeyler yapıyor ki, serbest atışlarına eleştiri getirirsem ayıp olur diye daha fazla yazmak istemiyorum.

Biraz da Emir'e değinelim. Tomas erken 2 faul alınca ilk yarıda 8 akıl dolu sayısıyla Emir sahne aldı. Çok yetenekli, Türk statüsünde oynuyor, sözleşmesi bu sene bitiyor. Aman diyelim elden kaçmasın. Oyun görüşü ve oyun zekası oalrak kesinlikle guard oynayabilecek yetenekleri var. Fundamental olarak boyunun da nedeniyle belki bir Point Guard değil ama bu çocuğun oyun zekası hakkaten bambaşka. Dün ilk yarıda kaydettiği sayıların hepsi zeka ürünüydü. Post up yaparak 1 e 1 eşleşmedeki avantajını kullandı, içeriyi boş gördüğünde penetreler ile potaya yönelip sayı buldu. Asistleriyle de oyuna katkıda bulundu. Gerçi 1-2 pozisyonda da arka arkaya maçın kopma noktalarında öyle kritik hatalar yaptı ki, Spahija çıldırdı. Bu sene 1 ya da 2 kez bu kadar sinirli görmüşümdür koçu. Maçın kopma noktasında, belki de hücumdan sayıyla döndüğümüzde Valencia'nın gardının düşeceği bir noktada üst üste hata yapınca Tanjevic'ten bile işitmediği azarı işitti Emir. Ama o Emir psikolojik olarak düşmedi, maçın sonunda takımına galibiyeti getiren arka arkaya 2 bloğun sahibi oldu. Helal olsun ona.

Jasikevicius oyuna 2 kere girdi. 1. sinde çok kötüydü, 2. sinde inanılmaz ekstra katkı yaptı. Aslında dünkü maçta yaşadığımız sıkıntılardan biri de guard pozisyonundan kaynaklandı. Ukic'in maç boyu ve Saras'ın da ilk yarıda bu pozisyondaki katkısızlığı istediğimiz hücumları gerçekleştiremememize neden oldu. Ukic'in arada bir böyle performansının düşük olduğu maçlar olaibiliyor, onun katkı yapamadığı bu maçı kazanmak çok önemli. Bir de tabi Saras'ın oyundayken aynı anda Oğuz'un da oyunda olması, 2li oyunlardan sayı üretemememizin sebeplerinden biri. Biraz vatandaşı Lavrinoviç ile oynasa neler yapabilir merak ediyorum. Zira Cemal Nalga'yı bile yıldızlaştıran bir adamdan bahsediyoruz burda.

Pota altında Oğuz - Kaya - Lavrinovic 3 lüsünden hiç kazanç sağlayamadığımızı söylemiştik. Kaya çok enteresan bir oyuncu. Hücum katkısı yapabilecek özelliklerde bir oyuncu olmasına rağmen dün 1 kere bile potaya yönelmedi. Ne 1 e 1 oynadı, ne 2 li oyunda bir devrilme sonrası sayı teşebbüsü oldu ne de başka birşey. 5 asist ile en çok asist yapan oyuncu oldu ama ondan beklentiler bence farklı. Zaten Kaya ile pota altında istediğimzi sertliği elde edemeyince Mirsad çok daha fazla oyunda kaldı. Ama bu mevcut kadronun pota altındaki en sert ismi Kaya. Çok daha fazla şeyler ortaya koyması lazım.

Şimdi gelelim taraftara. Dün bazı taraftar oluşumları askıya aldıkları tribün faaliyetlerini tekrardan aktif hale getirdiler. Bence iyi de ettiler, zira buna çok ihtiyaç vardı. İşallah hayırlısı olur. Ama maçın bitmesine 3 dk kala 9 sayı farkı yakalayınca "Pınarbaşı" yapan bir taraftara ne denir bilemiyorum. Salonu 16.000 kişi ile tıka basa doldurduk evet, ama o 16.000 kişi yapması gereken etkiyi yapabildi mi, bence kesinlikle hayır. Hakemler istedikleri gibi at koşturdular. Hakem bir karar veriyor, tepkisi 1 dk sonra geliyor taraftardan. Neden ? Çünkü gelen taraftar basketbolu o kadar da iyi bilmiyor. Basketbol taraftar olarak oyuna müdahele yapmanız açısından çok elverişli bir spor. Ama siz 3 dk kala 9 sayı farkı görünce Pınarbaşı yaparsanız, hele ki rakip kaç kere 8*9 sayı farklardan geri gelmişken maç içerisinde, taraftar performansı oalrak sınıfta kalırsınız. Dün bi ara hakemler emir'in ayağından çıkan bir topta önce topu bize verdiler, sonrasında rakip mola aldı. Mola'da karar değiştirdiler. Salondan gelen tepki çok cılız. Çünkü hakemin ne yaptığını, bizi nasıl kıydığını salona gelenler çok net anlayamıyorlar. Ama karamsar değilim, bu takım bu başarıyı tutturabildiği sürece taraftar da kendini geliştirecek. İnanıyorum bir gün rakip oyuncu steps yaptığı o anda tribünler ayağa kalkıp tepki verecek. Ama şu an için çok yetersiziz. Takım ne kadar final 4 a yakışıyorsa, taraftar da o derece yakışmıyor diyebilirim.

Daha sonra ihtimaller üzerine başka bir yazı yazarız. Şu an için 2-0 ın keyfini çıkaralım. Ne olursa olsun galibiyet çok önemliydi. Şimdi evde Zalgiris maçı. Kazandığımız takdirde Top 8 kapısının grup lideri olarak ardına kadar aralanacağı bir maç. Okyanusu geçip derede boğulmayalım diyorduk Valencia maçı öncesinde. Bu maçı sakata gelse de kazanmayı başardık. Herkese güzel bir uyarı olmuştur. Zalgiris de boş takım değil. Valencia kadar bizi zorlayacaktır. Ancak hep dediğim gibi kaderimiz bizim elimizde. Biz kendi oyunumuzu ortaya koyarsak ve kabul ettirirsek o maçın da üstesinden rahatlıkla geliriz.

Haftaya salonda buluşmak üzere...

27 Ocak 2011 Perşembe

"Bir Mahmut Hoca, Bir de Trabzonspor"

Eskiler bilir. Meşhur Fenerbahçeli Hababam Sınıfı'nın meşhur mottosu. Yalan da değil aslına bakarsanız.

Hababam Sınıfı topluca maça kaçar, ancak maç Trabzonspor'laysa dönüş sıkıntılı olurdu. Gerçeklerle örtüşmeyen bir durum da değil aslında. Kritik dönemlerde ya biz, ya da Trabzon bizim canımızı yakmıştır hep. Geçen yılın son haftasında yaşanan facia malum, oraya hiç girmemek lazımgelir şimdi.

Büyük maça 3 gün kala kulüplere baktığımızda, Trabzonspor'un Fenerbahçe'yi ne denli ciddiye aldığını görüyoruz; Beşiktaş maçına yedeklerle çıkıp asları dinlendirdi Şenol Hoca.

Fenerbahçe'ye gelirsek, 2010-2011 sezonunun şampiyonluk maçı olduğunu söyleyebilirim. Daha doğrusu, bizim açımızdan böyle bu durum. Yenilirsek lütfen gerçekçi olalım, şampiyonluk hesapları falan yapmayalım. Hele hele, maçın ardından "Matematiksel olarak" zırvasına hiç girmeyelim.

Durumun ehemmiyetinin farkında olan neyse ki yalnızca ben değilim. Kulüp içerisinde de güzel bir konsantrasyon gözüküyor. Futbolcuların maça konsantre oldukları biliniyor,kimse çıkıp konuşmuyor, ortalık sessiz sakin. Yönetimin futbolcularına "prim" iddiaları var ama bu kısmı bizi pek ilgilendirmiyor tabi. Taraftar olarak ise tribün gruplarının geri dönüşünü artı bir hareket olarak hanemize yazabiliriz diye düşünüyorum. Fenerbahçe Ülker-Valencia karşılaşmasında, bir zamanların "Maç kazandıran" taraftarı, Trabzon maçının provasını yapacak. Yönetim de teşekkür etmiş zaten, "İyi para kazandırdınız bize, sağolun varolun" demişler.

Fenerbahçe adına özetle, yerinde bir motivasyon, ayağa top ve topa fazlaca sahip olma ile, hızlı bir oyunun aksine kontrollü bir oyunla topu ayakta tutararak rakibe pozisyon vermeme ile maçın koparılabileceğini düşünüyorum. Böyle bir maçta kendi oyunumuzu oynamak yerine rakibe göre bir taktik geliştirmek gerekiyor çünkü rakibin yaş ortalaması düşük,motivasyonları yüksek,dahası LİDER'ler. Üstüne bir de 30 yıla yakın hasret var şampiyonluğa ve şampiyon olmanın önemli bir adımını Kadıköy'de atmaları gerekiyor. O nedenledir ki, topun bizde kalması lazım; top sendeyse gol yemezsin çünkü. Farka falan da gerek yok, Rıdvan Dilmen'in deyişiyle "Yarım-sıfır olsun bizim olsun".

İlk yazımda kimseyi sıkmak istemem; laf olsun torba dolsun diye yazmak hiç istemem. Levin Susar ve bu satırları okurken çok uzaklarda bulunan Çınar Şahin'e bana burada yer verdikleri için teşekkürlerimi sunayım. Umarım ileriye doğru güzel katkılar sağlayabilirim.

Ve umuyorum, Trabzon maçından sonra Hababam'ın şu meşhur diyaloğu gelmez aklımıza :

26 Ocak 2011 Çarşamba

18. Haftanin Ardindan - Yine Yesillendi Umutlar


Keyifli bir haftayi geride biraktik. Tabii bu keyfe katki yapan en onemli etkenler Trabzonspor ve Bursaspor’un puan kaybetmesi oldu. Umutlar yeserdi, lider Trabzonspor ile farki 4 puana dusurme sansi ortaya cikti. Yine arkamizdaki, Kayserispor’un ve Besiktas’in iyi oyunlari ile uc puan
almalari, 5 takimli ve cok heyecanli bir liderlik yarisi vaad ediyor.

Trabzonspor ve Bursaspor’da en cok konusulan konu taktik/teknik disinda, takimlarin moral/motivasyonuydu. Ozellikle Trabzonspor’un ciddi bir ic saha sikintisi yasadigi kesin. Ancak Ankaragucu’nun ligin gercekten en disli takimlarindan biri oldugunu da hatirlatmak isterim. Ayni bizim mactaki gibi yine ozellikle Guven onculugunde 12 Km’lik toplam mesafenin uzerine ciktilar, cok kosup/yardimlasarak ozellikle Selcuk/Coleman ikilisini oyundan dusurduler ve Trabzonspor'u durdurmayi basardilar.

Kayserispor’dan transferlerin de etkisiyle iyi bir baslangic bekliyordum. Merak ettigim Sota’nin takiminin ilk yarida oldugu gibi devre sonuna dogru bir dusus yasayip yasamayacagi. Eger istikrar sorunlarini asabilirlerse, guclenen forvet hattiyla yarista tutunabilirler.

Besiktaslilar, 17’de 17 parolasiyle fazlaca (ve yapay bir sekilde) heyecanlandirilmis olsalarda, ilk yarida 28 puan toplayan takimlarinin, 3 onemli transferle 35 puanin uzerine cikmasi surpriz olmaz diye dusunuyorum, keyifli haftalar bzii bekliyor.


Fenerbahce ise Gokhan Gonul’un 62 metrelik sans/yetenek karisimi kosusu ve harika sandeliyle maci 1-0 kazandi. Ve butun yorumcular takimin daha iyi mucadele ettigi ve takim savunmasini iyi yaptigi yonunde birlestiler. Sadece 1 isabetli orta yaparak maci tamamlayan Fenerbahce icin bu yorumlarin buyuk resmi dogru yansitmadigini dusunuyorum.

1) Mac sonu Mehmet Ozdilek, cok hakli bir sekilde takiminin Fenerbahce'yi kalesine hapsettigini belirtti. Fakat hocanin belki de soylemedigi, (yada soylemek istemedigi) takiminin koordinasyonlugu ve beceriksizligiydi. Antalyaspor maci sadece 2 sut isabeti ile tamamladi ve Volkan'in son dakikalardaki kurtarisi haricinde onemli bir pozisyon yaratamadi. Bu nedenle Fenerbahce savunmasini degerlendirmek icin ileriki maclari beklemenin dogru oldugunu dusunuyorum.


2) Klasiktir, Fenerbahce'yi yenmek icin Anadolu takimlarinin Fenerbahce'den daha fazla mucadele etmesi ve kosmasi gerektigi soylenir. Ancak Antalyaspor'u son derece pasif buldum. 
Hafta ici ustu uste basinda yer alan, Aykut Hoca'nin takimin 115 Km mesafe katetmesi yonudeki mesajlarina ragmen takim yine 100 Km civarinda kaldi. Fakat bu sefer Antalyaspor da benzer bir performans gosterince Fenerabahce'ye ustunluk saglama sansi kalmadi. Bu nedenle yine daha iyi mucadele etmedigimizi, ancak zayif rakibin mucadelesiyle basa bas oldugmuzu dusunuyorum.

3) Rakibin etkisizligine / mucadele azligina ragmen yine Fenerbahce'nin hucumda etkin olamasinin en onemli nedeni Semih/Topuz/Niang'in oyunlari oldu. Oysa ki Aykut Hoca 3 forvetli sistemiyle(Semih/Niang/Alex) ileride daha cok top tutmak istemisti. Fakat maalesef Fenerbahce cok fazla yari sahasinda kaldi.
Bunu bir nedeni Santos'un hem Niang'in savunmaya kisitli destegi, hem de Necati'nin sol acik gibi oynamasi nedeniyle butun mac savunma agirlikli oynamasu ve maci 0 orta ile tamamlamasi oldu.
Yine Sag kanatta da Tita'nin olmasi Gokhan'i tedirgin ederek ofansif katkisini limitledi diye dusunuyorum.

Boyle olunca butun yuk Emre, Alex hattina dustu ancak maalesef Topuz ve Niang bu ikiliye destek veremedi, (Topuz+Niang, 0 Isabetli Sut 8 Top kaybi)

Emre ve Alex'in paslarina baktigimizda bu oyunculara en cok kendini gosteren yani top alan kisinin Semih oldugunu goruyoruz. Yine Semih ilk yarida 6 sprint ile Fenerbahce'nin en cok hizli kosu yapan 2. oyuncusu oldu. (1. Selcuk 8 Sprint 2)Gokhan ve Semih 6 sprint)
Bunu Semih'in caliskan oyununa baglamak istesem de maalesef sonuc alicak bolgelerde etkili olamadigini soylemek zorundayim (Semih 0 Sut - 2 Top kaybi)

Sonucta, takimin cok agir bir psikolojik baski altinda ciktigi maci gol yemeden, 3 puanla tamamlamasi cok onemli ancak mutlaka ileriki deplasmanlarda kazanma serisi yaratabilmek icin daha etkili bir oyun ortaya koymaliyiz.

Sevgiler,

25 Ocak 2011 Salı

Power Elec. Valenica maç önü ve ihtimaller


Euroleague'de Top 16 aşamasının 2. maçı olan Power Electronics Valencia mücadelesi, her açıdan çok ama çok ilginç bir mücadele olacak. Bu maçı ilginç kılacak nedenlerden birisi de, yukarıdaki resimde de gördüğümüz ve birçoğumuzun da bildiği gibi, başımızdaki coach Nevin Spahija'nın geçen sene Power Electronics Valencia koçu olması ve Valenica ile Eurocup'ı kazanması. Ki bu kupa Valencia'nin 1986 dan beri süregelen tarihindeki 2 uluslararası kupadan biridir.

Bir başka ilginç hikaye de Valencia'nın Top 16'ya kalışı. Geçen sene Spahija ile kazanılan Eurocup sonrasında kadronun önemli isimleri bir bir başka kulüplere gidiyor ve ufak bir dağılma süreci yaşıyorlar. Aslında buradan sonrasını Pesiç öncesi ve Pesiç sonrası diye ayırmak gayet mümkün. Spahija'nın ardından Manuel Hussein ile anlaşan Power Electronic Valencia İspanya ligine ve Euroleague'e feci bir giriş yapıyor. Euroleague'de 5 maçta alınabilen 1 galibiyet ve İspanya liginde 6 maçta elde edilen 1 galibiyet (bu da ilk haftada)- 5 mağlübiyetin ardından sepetlenen Manuel Hussein'in yerine Svetislav Pesiç getiriliyor. İşte ne oluyorsa bundan sonra oluyor. Valencia'daki Euroleague macerasına deplasmanda Panathinaikos zaferi ile başlayan Pesiç, bu maçla birlikte Avrupa arenasındaki 5 maçının 4 ünü kazanıp 4. sıradan son anda Top 16 biletini yakalıyor. Bu son andayı açmak gerekirse, normal sezonun 10. ve son haftasında evinde Union Olimpija ile oynarken, maçın bitimine 1.3 saniye kala Olimpija 76-75 öndeyken ve Olimpija oyuncusu Kenny Gregory 2 serbest atış atacakken ilkini kaçırıp, 2. yi de kaçırmak isterken sokması üzerine Valencia 1.3 saniye kala 2 sayı farkla gerideyken topu rakip sahadan oyuna sokma hakkı elde ediyor. Savanovic son saniye 3 lüğünü atıyor ve Valencia Top 16'da. Şuradan o anı görebilirsiniz. Top 16'daki ilk maçında da Zalgiris'i kendi evlerinde yeniyorlar. Ligde ise 7. haftayı bir maçlık emaneten Chechu Mulero yönetiminde mağlübiyet ile geçirdikten sonra 18 takımlı ligde 16. sıraya kadar düşen Valencia, Pesiç yönetiminde birden bire sihirli değnek değmişcesine 9 hafta üst üste kazanıp 4. lüğe kadar tırmanıyorlar.

Uzun lafın kısası Pesiç'in sihirliği değneği değdikten sonra istim üzerinde olan bir takım ile karşılaşacağız. Top 16'ya başlamadan önce kısa rotasyonuna Euroleague'den elenen Prokom'un oyuncusu JR Giddens'ı eklediler. Bunun haricinde kadrolarında geçen sene Malaga'da oynayan Omar Cook, BC Khimki'den transfer Javtokas, Savanovic, Nando De Colo, alt yapı'dan yetişen Victor Claver ve Rafa Martinez gibi isimler bulunuyor. Geçen seneki Eurocup'ı kazanan kadrodan önemli isimleri kaybetmiş, yerlerine birçok sayıda oyuncu getirmiş Valencia'da uyum sorunu Pesiç'in de gelmesiyle atlatılmış gibi gözüküyor.

Bu maç öncesinde istatistiklere bakmak biraz yanıltıcı olabilir. Zira yukarıda ısrarla belirttiğimiz gibi Pesiç öncesi ve sonrası olmak üzere çok farklı 2 takım var ortada. Ama normal şartlarda Fenerbahçe'nin bu form durumu - kadro genişliği - yedek guard sıkıntısının ortadan kalkıp avantaja dönüşmesi - taraftarının da pozitif anlamda etkisiyle Valencia'yı rahat bir şekilde Sinan Erdem'den 11-12 fark civarında uğurlaması gerekir. Ama burasının Euroleague arenası olduğunu hatırlatmaya fazlasıyla gerek var. Biz nasıl Olympiacos'u deplasmanda yenebildiysek, Valencia'da iyi gününe denk getirdiği takdirde bizi mağlüp edebilecek özelliklerde bir takım. Panathinaikos'u deplasmanda yendiklerini belirtmiştik, sonrasında Efes Pilsen ile yaptıkları maçta da özellikle 4. periyodda bir anda vitesi arttırıp Efes ne olduğunu anlamadan maçı koparmışlardı. Hussein ile evlerinde yenildikleri Armani Jeans Milano'yu deplasmanda 15 sayı fark ile devirdiler. Dolayısıyla ben 11-12 sayı fark beklesem de, taraftarın kesinlikle böyle rahat bir beklenti içinde olmaması gereken bir takım. Siz bana bakmayın...

Hafta ortasında bazı taraftar oluşumlarının tribün faaliyetlerini re - aktive etmesinin de etkisi ile maçtaki taraftar sayısının ve aktivitesinin bol olacağını, maç öncesinde güzel bir görsel şovun da olacağını buradan belirtelim, siz de biraz merak edin. Taraftar demişken, Euroleague organizasyonu, takımların genelde kendi evinde borularının öttüğü bir organizasyon olması nedeniyle taraftarın etkisinin çok ama çok önemli olduğu bir organizasyon. Kaan Kural'ın da hep bahsettiği gibi, genelde ev sahibi takımlar favori olsun ya da olmasınlar, maça taraftarın da desteğini alıp, rakibi şöyle bir sarsıp maçın başında 6-0 , 8-0 lık seriler ile başlıyorlar. Bizim de bu şekilde başlamamızda fayda var. Zira 2. periyodun ortalarına doğru farkı çift hanelere taşıyabilirsek, bu disiplinli oyun ile daha sonrasında Valencia'nın buradan maçı çevirebileceğini düşünmüyorum. Ama her ne kadar erken havaya girmiş olsam da bu bir Euroleague mücadelesidir, hiç ama hiç belli olmaz diye bir daha ekleyelim.

Gelelim ihtimallere. Açıkçası Top 16 kuraları çekilmeden önce final 4 hakkındaki görüşlerim henüz o seviye için erken olduğu ve daha 1-2 fırın ekmek yenmesi gerektiği yönündeydi. Zira son 20 senede Avrupa'nın 1 numaralı kupasında final 4 mücadelesi veren ekiplere baktığımızda 2-3 senelik yatırımla, biraz para harcayarak oraya gökten inen çok da takımın olmadığını görüyoruz. Bu bir kültür işi aslında. Bu sebeple bizim için biraz erken olduğunu düşünüyordum. Bir de ne yalan söyleyeyim, grubu Oly'nin önünde lider bitirmeyi aklımın köşesinden bile geçirmiyordum, maksimum bir 2. lik, ardından diğer grubun çaprazında grup 1. sine kaptırılan saha avantajı ile final 8'de eleniriz diye düşünüyordum. Ama bu Olympiakos maçı herşeyi değiştirdi. Deplasmanda kazanılan bir adet Olympiakos maçı ne demek biliyor musunuz ? Final 4 için her şeyin elimizde olması demek. Şöyle açıklayalım. Sahamızdaki her maçı kazandığımız anda çok büyük mucizeler olmazsa final 4 dayız.

3 iç saha maçı, 3 galibiyet. Oly'i deplasmanda yenen takım burada Oly - Valencia - Zalgiris'i yendiği takride diğer maçlarını kaybetse bile 4-2 yaparak grup lideri olacak. (tabi burada Valencia - Zalgiris gibi takımların Oly'nin üstüne çıkamayacağını varsayıyorum ki Oly'nin bu grupta ilk 2 ye gireceğini varsaymak çok da büyük bir varsayım değil) Grup 1. liği demek diğer gruptan gelecek (muhtemelen Real Madrid ya da Siena) ile 2 li eşleşmede yani final 8'de ev sahibi avantajını kazanmak demek. Burada da 3 iç saha maçını kazandığımız takdirde (seri artık kural değişikliği ile 5 maç üzeirnden oynanmaya başlıyor) al sana final 4.

Uzun lafın kısası Fenerbahçe kalan maçlarından içeride oynayacağı 6 euroleague maçını kazandığı takdirde final 4'da. Dile getirmekten çekindiğim, daha erken diye düşündüğüm final 4 işte bu kadar yakın bize. Herşey elimizde. Taraftar salonu bir kez daha doldurur, doğru şekilde hakemleri etki altına alıp, takıma iyi destek olursa artık final 4 için önde ciddi bir engel yok. Aslında yolun çok önemli bir kısmını geçen hafta Oly'i deplasmanda yenerek aldık. Bu galibiyetin anlamlanması için, daha doğrusu anlamını yitirmemesi için kesinlikle Perşembe günü bir iç saha galibiyeti şart. 2 li averaja dikkat edecek şekilde kazanırsak hele çok daha iyi olur.

Başlıkta ihtimaller dedik ama benim aklımda geçen haftaki Olympiacos galibiyetinden itibaren tek bir ihtimal var. O da bütün iç saha maçlarımızı kazanıp Mayıs ayında Barcelona'daki final 4'a uzanmak. Daha şimdiden uçak biletleri için havayolları tarifeleri didik didik edilmeye başlandı. Biletlerden 125 euro olan kısımlar kanımca final 4 a kalacak ekiplerin belirlenmesini bekliyor. Gerçi final 4 a kaldıktan sonra bilet hadisesi bir şekilde atlatılır, ne yapıp edilip oraya gidilir.

Bu sene erkek basketbolda herşey rüya gibi gidiyor, bir tek milli takım kampında Engin'in ve çok iyi giden bir Vidmar'ın ciddi sakatlanmaları oldu. Ki Engin'in sakatlığını yanlış anlaşılmazsa hayıra bile yorabiliriz, zira o sakatlanmasaydı ve Greer de bu kadar kötü performans sergilemeseydi Saras gibi bir yıldızı hiç düşünmeyecektik bile. Her işte bir hayır vardır diyelim Engin'in de ufaktan antremanlara başladığını söyleyelim. Zico döneminde futbolda takım Avrupa'da dolu dizgin Moskovadaki şampiyonlar ligi finaline giderken, "Allah'ım bitmesin, bitmesin bu rüya sonunda Moskova olsun, n'olur uyandırma" diyorduk, şimdi aynısını "Barcelona" koyarak diyoruz.

Perşembe günü salonda o müthiş atmosferi yaşayabilecek şanslı kitle ile görüşmek üzere. Evlerinden takip etmek durumunda kalanlar için de Murat Kosova ile bol coşmalar dileyelim.

23 Ocak 2011 Pazar

Futbolda Barcelona varsa, Basketbolda Fenerbahçe var


Başlık biraz iddialı gelebilir ama maçın ilk yarısını izlerken aldığım keyfi, futbolda ancak Barcelona'nın maçlarını izlerken alabiliyorum. Olympiacos maçının yorgunluğunun başgöstermesi ve biraz da fark nedeniyle rölantiye alınan 2. yarıda fark daha da üst rakamlara ulaşmasa da, ilk yarıda Fenerbahçe'nin bulduğu her basket, çok klişe bir tabirle "okullarda ders niteliğinde gösterilmeli". İlk yarıda bir ara Fenerbahçe'nin 2 sayılık atışlardaki yüzdesi 18/22 (%82) idi. Bu sanırım "nasıl hücum edilir" in cevabıdır.

Açıkçası maç öncesinde biraz endişelerim vardı. Sebebi ise, perşembe günü Yunanistan'da Olympiacos deplasmanında çok üst düzey bir mücadele sergilenip savunmanın çok üst düzeyde yapıldığı bir maç sonrasında karşılaşacağımız takımın, ligde bizimle aynı mağlübiyet sayısına sahip olan ve hücum gücü oldukça yüksek olan Banvit olmasıydı. Ancak ilk yarıda ortaya konan performans ile kapıyı erkenden kapatmayı iyi başarıp sıkıntıya mahal vermedik. Bu yarıda takımın yaptığı her hücumu mutlaka ama mutlaka bir daha izlemeli. 2 li oyunlar, fast breaklar, aynı hücumda 5 oyuncunun birden eline top değip de bulunan sayılar, nerdeyse tamamı doğru hücum setlerinden oluşan bir devreydi Fenerbahçe için. Farkın 17-18 sayılar civarına daha ilk yarıdan çıkması Banvit'in de direncini kırdı ve o fark bi daha da tek haneleri sayılara düşmedi.

Barcelona benzetmesinin bir diğer nedeni de ligdeki diğer takımlar ile yapılabilecek kıyaslama. Fenerbahçe ve ligin diğer takımları arasında oldukça fazla kalite farkı var. Fenerbahçe'nin ilk yarıda aldığı 2 mağlübiyet Karşıyaka ve Galatasaray deplasmanlarında, ki o deplasmanlar da taraftar baskısıyla oluşan atmosfere biraz da hakemlerin düdükleri eklenince oluşmuş, Euroleague dönüşünde kaybedilen maçlar. 2. yarı bu takımlar ile iç sahada oynayacağımız düşünüldüğünde, ciddi bir sakatlık veya konsantrasyon kaybı yaşanmazsa, 2. yarıda mağlübiyet almadan ligi bitirmek olası gibi gözüküyor.

Bugün istatistik kapıdına baktğımızda Fenerbahçe'de en az sayı atan oyuncu Tomas 6 sayı ile, en çok sayı atan ise Ömer 14 sayı ile. Sayı dağılımı yine her zamanki gibi inanılmaz dengeli. Standart sapma çok düşük. Bu da şu demek oluyor, Fenerbahçe hiçbir zaman bir - iki oyuncun çıkıp da sayı yükünü üstlendiği, bir - iki yabancı oyuncunun eline bakan bir takım değil. Skor opsiyonları inanılmaz fazla, takım olabildiğini hem savunmada hem de hücumda çok net bir şekilde gösteriyor istatistik kağıdı. Euroleague'de de, TBL'de de istatistiklerde ilk 3 lere baktığınızda belki de hiçbirinde Fenerbahçe'den oyuncu göremezsiniz, ama şu anda Fenerbahçe bu 2 organizasyonda da en üst düzeyde. Bugün Tomas - Emir - Kinsey - Oğuz gibi isimler ilk 4 haricindeki hangi takıma gitseler o takımda en çok top kullanan ve en skorer isimler olurlar. Ancak Fenerbahçe birbirine uyum sağlayan oyunculardan öylesine bir takım oluşturdu ki, bu kadar fazla sayıda pozitif anlamda özellikli oyuncuyu bir pota içerisinde eritmeyi çok iyi başardı. Yani demek istediğim, Kinsey'in şu anda 5-6 sayı ortalaması ile oynuyor olması Kinsey'in vasat bir Amerikalı olduğunu göstermez. Misal düz bir mantık ile Kinsey'i yollayıp skorer bir Amerikalı koysanız takıma, bir anda bütün dişlilerin işleyişi bozulabilir. Bu yüzden Fenerbahçe koçun da büyük katkısıyla şu anda harika bir kimya yakaladı.

Sabah NBA maç skorlarını karıştırırken, Semih Erden'in ilk 5 başlaması ve 11 ribaundluk performansı dikkatimi çekti. Daha sonra Ntvspor'daki haberde Semih'in "Böyle bir arkadaşlığı, böyle bir atmosferi daha önce bir tek milli takımda yaşamıştım. Resmen aile gibiyiz" sözlerini görünce, aklıma Tanjevic'li Fenerbahçe geldi. Tanjevic Fenerbahçe'si ile Aydın Örs - Spahija'nın Fenerbahçesi arasında kadro olarak çok büyük bir fark yok. Ama elde ettikleri neticeler arasında dağlar kadar fark var. Sebep çok açık bir şekilde Semih'in yukarıdaki cümlesinde yatıyor. Fenerbahçe Tanjevic döneminde bir türlü takım olmayı becerememişti. Bugün Bogdan Tanjevic, Nedim Karakaş ile birlikte karşılaşmayı salondan izledi. Kim bilir Fenerbahçe'nin Barcelona ve Olympiacos'u deplasmanda yenmesi ve ligde ortaya koyduğu mücadele ile ilgili neler düşünüyordur. Kendi takımı ile şimdiki takım arasında ne farklar görüyordur. Ben sadece Tanjevic ile kaybedilen zamanlara çok ama çok üzülüyorum.

Kaybedilen zamanlar demişken, yine ufak bir paragrafta Jasikevicius'a değinelim. Onu Fenerbahçe forması ile görmek 35 yaşındayken bize nasip oldu. Keşke bu zekayı bu büyük beyini bari 2-3 sene öncesinde bu forma ile görme fırsatımzı olsaydı. Bugün yine 15 dakikalık bir zaman dilimine 10 sayı sıkıştırdı ama onun da ötesinde aldığı kısa sürede de oyun vizyonunun nasıl olduğunu verdiği paslarla taraftarı havaya sokarak gösterdi. Birde Jasikevicius Avrupa'da her gittiği takımda hayatı boyunca süperstar olarak oynadığı için, hakemlerin kendisine daha da müsamaha gösterdiği ortamlarda hakemlerle yüksek sesle konuşmaya alışık. Bugün de oyunda kaldığı kısa sürede yaptığı itirazlar dikkatimi çekti. Bu maçlarda dert değil de, Türkiye'de final serisinde Fatih Söylemezoğlu - Recep Ankaralı gibi hakemler ile karşılaştı mı acımadan anında teknik faulü yiyebilir, o konuda dikkatli olmak lazım. Bunun haricinde takım Saras ile oynamaya alıştıkça çok daha keyifli bir Fenerbahçe izleyeceğiz. Bilhassa alt yapıdaki oyuncuların bu adam ile mutlaka antreman yapması, olabildiğince fazla beraber vakit geçirmesi lazım. Saras'tan sadece sahada 15 dk faydalanmanın da ötesinde bir kazancımız mutlaka olmalı.

Saras'ın bu oyun vizyonu ve asistleri gördüğüm kadarıyla Ukic ve özellikle Emir 2 lisini daha şimdiden etkilemeye başladı. Emir'in yapmaya çalıştığı asistler, Saras'ın onun oyununa kısacık sürede olan katkısını net bir şekilde gösteriyor.

Bir de Lavrinovic'e değinmek istiyorum. Sezon başında bu adamı transfer ettiğimizde amaç, guardın içeriye penetresinde veya 2 li oyunlarda Darius screen'e geldiğinde, dışarıya - 3 sayı çizgisine devrilen Lavrinovic sayesinde, Lavrinovic'i savunan oyuncu pota altında kalırsa Lavrinovic ile dış şut tehditi yaratmak, savunma oyuncusu pota altını açıp Lavrinovic'in şutuna savunmaya çıkarsa da, penetre eden oyuncuya boş alan yaratmak idi. Ama Darius'un sezon başından beri düşük 3 sayı yüzdeis nedeniyle gördüğüm kadarıyla son bir kaç maçtır bu setler değişti. Özellikle Saras da geldikten sonra Darius 2 li oyunlarda ısrarla içeri devriliyor ya da pota altında topla buluşturuluyor. Bu da hocanın oyun setlerine körü körüne bağlı olmaması, oyuncuların performanslarına göre setlerde değişiklik yaratması açısından baktığımızda çok güzel bir gelişme. Bugün Darius içeriden oldukça etkiliydi.

Savunma çok ama çok üst düzeydi. 70 sayı yenmesi, savunmanın dönem dönem düştüğünü kesinlikle göstermez. Çünkü maç esnasında çok fazla fast break yapıldı ve 24 saniyenin henüz başlarındayken kullanılan top sayısı fazlaydı. Dolayısıyla yapılan hücum sayısı normal bir maçın çok üstünde olduğu için, bu maçta 70 sayı yememize rağmen, savunma bütün maç boyunca üst düzeydeydi diyebilirim. Banvit'in yabancı oyuncuları Charles Davis - Golubovic - Lance Williams aslında bir savunmacı için bir e bir savunmada çok sıkıntı yaratabilecek düzeyde oyuncular, ama bugün Fenerbahçe yardımlaşmalı takım savunması ile bu isimlerin etkisini minimum seviyede tuttu.

Son bir not da taraftara. Geçen sene bu takımın Türkiye ligindeki maçlarında oynadığı seyirci ortalamasının 300-500 olduğunu düşünürsek, koç ve salon değişikliğinin nasıl önemli olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Doğru şeyleri yaptığınızda taraftar her zaman salonlara koşmaya hazır. Yeter ki bu taraftarı üzecek, küstürecek şeylerden uzak durulsun. Önümüzde Euroleague'de 3 tane maç var, 3 ünün de biletleri satışta, herkese tükenmeden almalarını tavsiye ederim. Zira son ana bırakırlarsa bilet bulmakta sıkıntı yaşanılacağı garanti gibi.

Şimdi hedef perşembe günü 21.45'te Valencia Powe Elec. Valencia. Spahija'nın eski takımı. Dolu salon önünde ve gününde bir Fenerbahçe karşısında Valencia'nın o salondan çıkabileceğini zannetmiyorum ama burası Euroleague temkinli konuşmakta fayda var.

Kezman, Guiza...Mamadou Niang?



Dakika 76'da oyundan alindi Mamadou Niang,

Tamam gecen hafta sakat olmasinin, idman kacirmasinin, iste Neill'in futbol disi sekilde gogus kaslarina zarar vermesini anliyorum, ama ilk yarida tabiri caizse stoperi sirtina alip giden, ve Ugur Meleke'ye asagidaki satirlari yazdiran da ayni Niang'di.

'Tabii dün bu ihtiyacın tahsilinde Niang’ın katkısının da altını çizmek lazım. Son 4 sezonda Alex’in önünde Kezman-Güiza’nın oynadığı göz önüne alınınca, Brezilyalı’nın yetenek kaynaklarının ne kadar efektif kullanıl(ama)dığı ortada. Şu Niang’ı görünce, Alex 4 yıldır yarısı boşa giden çabası için mahkemeye gitse, Kezman-Güiza’dan tazminat istese yeridir diye dusunuyor insan... "

 Acaba ben mi yaniliyorum diyerek bir karsilastirma yapmak istedim ilk 9 ve son 9 hafta istatistikleriyle:



Mamadou Niang
Hafta
1-9
9-17
Gol
7
2
Gol Pozisyonu
15
11
Oynadigi Dakika/Gol
108
260
Yapilan Faul
32
19
Top Calma
8
4


Ozellikle bence rakip defansi zorlama anlamina gelen ve duran top kazanmak acisindan cok onemli olan yapilan faule dikkat cekmek istiyorum. Yapilan faul sayisindaki dusme, hem rakibi zorlayamama, hem fizik olarak dusme, hem formsuzluk. sakatlik vb. hepsini sembolize ediyor,

Yine dun 76 dakika, neredeyse hicbir etkili kosu yapamadan, top ezerek, Erkan ve Ali Turan'a butun pozisyonlarda top kaptirarak maci tamamladi.

Kendisi ile benzer pozisyonda oynayan, Semih ve Mehmet Topuz'dan %20 daha az mesafe katetmesi, sadece ilk yarida 15 pas hatasi yapmasi ve pas hatasinda takim lideri olmasi da bu isin sayisal kismi.

Tamam Turkiye ligi sert, tamam Fenerbahce hucum elemanlari destek alamayip yalniz kaliyorlar ama Gokhan Gonul'e, Selcuk'a bakip Niang'in da ayni idmanlar sonucu bu halini gorunce hakikaten insan uzuluyor.

Terapi/idman/tedavi ne gerekiyorsa yapilip, tekrar ilk 9 haftaya geri dondurulmesi sart.

Bizim gibi hucuma takimca iyi destek olamayan, forvetin yalniz kaldigi sistemde, fiziksel olarak kuvvetli bir santrafor sart.

Niang'in formsuzlugu ,Semih'in bu dis saha verimsizliginde, Guiza'nin yanina mutlaka bir alternatif forvet daha katmaliyiz ozellikle deplasmanda ileride top tutabilmek icin.

Sevgiler,



21 Ocak 2011 Cuma

Daha Hizli/Daha Pasli

Ikinci yari ile beraber mumkun oldugu kadar istatistiklere inip takimimizin karakterini biraz sayilara dokmeye ve daha detayli anlamaya calisacagim, ancak bu konulara girmeden son donemde populer olan mesafe istatistigi hakkinda Gurkan Kubilay'in guzel bir yazisini eklemek istedim. Bu konudan Aykut Hoca'da daha once bahsetmisti.
Kisaca ikinci donemde takimdan beklentimi aktarayim,
1) Ayagina top alan oyunucunun kac pas alternatifi oldugu, bir takimin basarisinda onemli bir etken. Bu da kesinlikle takimin beraber hareket etmesi ve ozellikle katedilen measafe ile cok alakali. Ilk yarida oyuncularimizin cokca yalniz kaldiklarini ve bizim kopuk kopuk dedigimiz oyunun ortaya ciktigini gorduk. Umarim ikinci yari hazirliklarinda bu koordinasyon saglanmistir.
2) Yine ilk yaridaki onemli sorunlarimizdan biri ceza sahasi icinde cogalamamamiz. Gerek her iki kanat oyuncularimizin forvet ozellikli olmamasi, gerekse ortadaki iki oyuncumuzun(Emre/Selcuk veya Baroni) neredeyse 18'e girmeden mac bitirmeleri, bu konuda takimimizi kisitliyor.

Simdi Gurkan Kubilay'in asagida belirttigi sprint sayisi kesinlikle her iki konuda da gelisme kaydetmek icin kilit onemde. Koordine sprintler ile hem pas alternatiflerini artirmak, hem de ceza sahasina daha yakin oynamamiz mumkun olucak.

Sevgiler,



Asıl konuya geçeceğim. Hani şu spikerlerin ''KOŞTUKLARI MESAFE '' dedikleri konuya...
ASLI 'KAT EDİLEN MESAFE'DİR
1-
Oyuncunun 90 dakikada aldığı mesafe , koştuğu değil , 'KAT ETTİĞİ'mesafedir. Yani bunun içinde sahada dakikalarca boş boş gezindiği mesafeler de vardır. Bu nedenle kalecinin bile sahada 4 kilometre civarında 'mesafe kat ettiği' bilinir.
ANCAK ANNENİZ KADAR KOŞUYOR
2-
Burada önemli olan ne kadar mesafe kat etmesi de değildir. Çünkü dakikada 120 adım atabilen normal bir ev hanımı , örneğin anneniz , ya da kız arkadaşınız bile 90 dakika sonunda yaklaşık 9-10 kilometre mesafe kat eder. Yani koşu bandında yaklaşık 6.3 km hızında gitmek demektir bu ki herkesin kolayca yapabileceği bir iştir.
SPRİNT YAPMAYANA VERMEYİN!
3-
Asıl önemli olan SPRİNT sayısıdır. Yani kısa mesafeli ve hızlı koşulardır. Sprint atan oyuncu saatte ortalama 20-25 kilometre civarında bir hızla koşar ve bunu bir takım olarak en iyi yapan takım maçı götürür.
Çünkü basar, oyunun boyunu 35-40 metrede oynar , kanatları hızlı kullanır. Benim ekranlardan izlediğim kadarı ile bu konuda da iyi niyetle bakılsa biledoğru ölçüm yapılmadığıdır. Nedeni basit. Bugün klas bir Avrupa liginde bir maçta 5-20 metrelik sprintler halinde ortalama bin 200 civarında sprint atılır. Yani bir takım kat ettiği toplam mesafenin 1/3'ünden fazlasını EĞER SPRİNT yaparak koşmuş ise bu koşunun anlamı vardır.
Örneklersek, 100 kilometre kat eden bir takımın en az 30 kilometre sprint yapması onun bu koşularını anlamlı kılar. Yoksa 10 kilometre sprint yapmışsa, yani, tıngır mıngır, yürür gibi koşmuşsa sadece seyirciyi kandırır... Bir de bu işten anlamayan SAZAN YORUMCU'ları. Üstelik de bu işten anlamayan spiker ve yorumcu da hemen yorumu yapıştırır: ''Çok koştular ama kaybettiler! '' 4-'Sprint'in ne önemi mi var?
Söyleyeyim; dünya şampiyonu İspanya'yı yenen tek takım kimdi son kupada?
İsviçre...
Peki neden? Maç boyu 120 kilometre katettiler ama bunun 40 kilometresini çok yüksek hızda (saatte 22 kilometre) koşarak yaptılar. Üstüne de tam 1450 sprint attılar. Yani etkili, hızlı, çok koştular ve 'sprint'lerle hem de İspanya gibi bir takımı yendiler. 5-Bizde sprint fakiri bir durum var. Ligimizde benim gördüğüm 600-700 civarı sprint atılıyor.
Yani normalin yarısı kadar bile olmuyor. Bu nedenle oyun gözünüze yavaş gözüküyor.
Zaten 100 kilometre kat eden bir takım bunun 70 kilometresini yavaş koşu ve soldan sağa, ya da sağdan sola top çevirirken yapıyor. Bu da sistemin yavaş işleyen dakikaları oluyor ve oyunun çoğu da böyle geçiyor. 6-İşte bu nedenlerle bir takımın ne kadar mesafe katettiğine değil, topu aktif alanda yani gole yakın bölgede kendinde ne kadar tuttuğu ve kaç sprint yaptığı önemlidir. Bunlara da kolayca bakılabilir.


20 Ocak 2011 Perşembe

Ekstra katkı dedikleri...


Sevgili Çınar ile birlikte hayata geçirdiğimiz blog'umuzun açılışına böyle bir destansı galibiyet ile başlamak hakikaten keyif verici. Elimizden geldiğince, dilimizin döndüğünce Fenerbahçe üzerine nacizane yorumlarımızı yapmaya çalışacağız. Umarım güncel - takip ederken keyif alınan - blog çokluğunda karambole gitmeyecek bir kayıt defterimiz olur.

Bu geceki muhteşem galibiyetin anlamı çok büyük. Kuralar ilk çekildiğinde hemen hemen herkes 6 maç için tahminler yürütmeye başlarken, "içeride hepsini yensek, deplasmanda da bi Zalgiris galibiyeti bi de üstüne ekstra Valencia galibiyeti olur mu acaba, Olympiacos ile de 2 li averaja kalıp liderliği kovalayabiliriz belki " diye düşünürken, en iyimserlerin bile deplasmandaki Olympiacos maçı için galibiyeti beklemediği bir ortamda, geçen senenin finalistini, kendi evinde, 20 maçlık galibiyet serisinin sonunda (ki o maç da 1. grupların son maçı olan, grupta liderliği garantiledikleri, tabiri caiz ise gazozuna oynanan Le Mans maçıydı) tarihe not düşülecek güzellikte bir galibiyet ile devirdik.

Maç analizine geçmeden, hemen hakemler ile alakalı iki laf edelim, sonraya kalmasın. İşallah kalan her maçımızda deplasmanda böyle hakemler ile oynarız. Oly'nin salonu "Peace and Friendship", Pao'nun "O.A.K.A'sı" kadar baskılı olmasa da yine de Yunanistan deplasmanı, Yunanistan deplasmanıdır. Böyle kiritk bir deplasmanda, özellikle çaldıkları faul düdükleriyle hatasıza yakın performans sergileyen İspanyol - Polonyalı - Fransız hakemleri tebrik etmek lazım.

Maçın özeti yazının başlığında yazıyor aslında. Hani çoğu kritik maçı yorumlarken, "kenardan gelen X oyuncunun ekstra katkısı çok önemliydi" derler ya, 84 sayının 41'ine ilaveten 33 ribaund'un da 16 sı, ilk 5 harici oyunculardan gelince, kenardan gelen bütün oyuncuların oyuna katkısını ekstra olarak niteleyebiliriz.

Olympiacos gibi bir takımı deplasmanda yenmek için, bir sürü faktörün bir araya gelmesi gerekiyor.

1) Kesinlikle iyi savunma yapmalısınız ve rakibin ekstra şut soktuğu gününde olmaması lazım.

2) Rakibi savunmada durdurduktan sonra hücumda da üretken olup iyi bir yüzde tutturmanız gerekir.

3) Faul problemine girmemeniz gerekir.

4) Bütün maçı harika oynasanız bile, en ufak bir konsantrasyon kaybı yaşamamanız gerekir, 2 dakikada 10-0 lık seri ile bir anda maç elinizden uçar gider.

5) Serbest atış yüzdenizin kesinlikle %75 in üzerinde olması gerekir.

6) Hakemlerin deplasman takımını kesinlikle ezdirmemesi gerekmektedir.

7) Gereksiz top kayıplarından mümkün olduğunca kaçınmak gerekir.

8) Bench'ten gelen oyuncuların mutlaka katkı sağlayıp, makine düzenindeki işleyişi bozmaması gerekir.

Bu akşam yukarıdaki unsurların bir çoğunun bir araya geldiğini gördük. Aslında bu kritik zaferin habercisi Barcelona maçıydı. 2 maçı karşılaştırdığımızda birbirlerinin tıpatıp kopyası olduğu görülecektir. Çok doğru belirlenen maç stratejisi neticesinde sürekli kafa kafaya giden maçı, aslında rakibin uzmanlık alanı olan bir şekilde, son periyotta alıp götürdük.

Fenerbahçe basketbol takımı, Tanjevic - Spahija değişikliğinden sonra, Aydın Örs'ün de katılımı ile adeta kabuk değiştiriyor. Kendinden üst düzey takımlara karşı mağlübiyeti baştan kabullenip, 30-40 sayı farkları bile görmüş takımın yerine, kendinden üst düzey takımlara da deplasmanda kafa tutan, hatta onları yenebilen bir takım haline gelindi. İnsan bu günleri görünce, "yazık Tanjevic ile kaybedilen zamana" demeden geçemiyor.

Galibiyeti getirenler ;

- Oyunun çok kısa periodları haricinde muhteşem bir savunma.

- Hücumda ne olursa olsun oyun disiplininden kopmama, 24 saniyeyi sonuna kadar kullanıp doğru tercihi bulma, erken şut atıp da rakibin fast break bulma şansını engelleme.

- En ama en önemlisi, ekstra katkılar. Misal Ukic'in liderliği, Ömer'in hem savunması hem hücumu gibi olaylar bizim için artık alışılagelmiş bir durumken, Tomas'ın skor + ribaund katkısı, Oğuz'un serbest atışlardaki katkısı, Cholet maçı haricinde bu sene yokları oynayan Emir'in %100 lük bir isabet ile oynayıp buna 7 ribaund, 2 asist eklemesi, Ukic'in yokluğunda Saras'ın özellikle 2. yarıda takımı iyi idare edebilmesi, bütün bunlara ek olarak, "bula bula bunu mu buldular" denilen, twitte'lerinin hastası olduğumuz Sean May'in hem savunma hem de hücumdaki çok çok ekstra katkıları.

- 8/10 gibi inanılmaz yüksek bir 3 lük yüzdesi.

- 20/27 serbest atış isabeti.

Bütün bu güzelliklere, hakemlerin maçı iyi idare etmesi ve rakibin de iyi oyununa müsade etmememiz eklenince, ortaya 14 sayılık muhteşem bir fark çıktı.

Açıkça konuşmak gerekirse, Kaya'nın büyük bir sorumsuzluk yapıp, 4. faulünün ardından teknik faulle 5'leyip, Mirsad'ın da sakatlık nedeniyle yokluğunda, pota altını sertlikten mahrum bırakmasıyla maçın çok zora girdiğini düşünmüştüm. Ama onun yokluğunda takım ribaund yükünü de, savunma sertliğini de beraberce harika bir şekilde paylaştı ve pota altından da katkıya ihtiyaç duyulan noktalarda Sean May sahneye çıktı.

İç şut - dış şut dengesi harikaydı, şut tercihleri yüzdeden de görüldüğü gibi muhteşemdi, içeriye yapılan penetreler, savunmanın dengesini bozmaktan da öte, yardımlar gelmeyince çok kolay bir şekilde ya turnike ile sayıya, ya da kolay çalınan faul düdükleriyle yine sayıya dönüştü. Yunanistan deplasmanında 27 kere serbest atış çizgisine gitmek çok kiritk bir rakam. Takımın hücum mentalitesinin ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Bunun haricinde Saras ile oynamaya henüz hazır olmayan oyuncular var, özellikel de uzunlar. Saras 8 dakikada 5 top kaybı yapmış gibi gözükse de, aslında bunlar Saras'tan çok, o pasları beklemeyen uzunların kabahati sayılabilir diye düşünüyorum. Saras ile oynayacakken gözünü dört açmak mecburiyetindesin. Zira o adam sana hiç beklemediğin anda muhteşem asistleri yapabilecek yetenekte bir beyin. Bizim uzunlarda Kaya haricinde Jasikevicius'u anlayan veya onu kullanabilecek tarzda bir oyuncu yok maalesef. Oğuz - Lavrinovic - Mirsad - May, dikkat edin hepsinde perdelemeler yalandan ve aşağıya doğru devrilmek yerine, yukarı doğru post bölgesine ya da 3 lük çizgisine kaçacak şekilde. Halbuki 2 li oyunlarda uzunun aşağı devrilmesi ile çok daha rahat sayı bulabilmek mümkün. Eminim koç Jasikevicius ile oynamaya alışmak üzerine daha çok kafa yoracaktır uzunlar ile alakalı.

Ribaund - asist - top kaybı gibi rakamların birbirine çok yakın olduğu bir gecede, harika ve değerli bir galibiyet aldık. 19 top kaybı bizim için çok ciddi bir rakam, buna dikkat etmek lazım. Bunun haricinde yılların Euroleague oyuncusu Kaya'nın yaptığı olay bize pahalıya mal olabilirdi ama olumlu yönlerimiz çok fazlaydı.

Şimdi elde kağıt kalem, bütün hesaplar yeniden yapılıyor. Artık grup liderliğini daha rahat dile getirecez. Ama tedbirli olmakta da fayda var. Barcelona örneğindeki gibi, Olympiacos da bizi İstanbul'da yenebilecek kapasiteye fazlasıyla sahip bir takım, özellikle top 16 da takımların vites arttırdığı bir turda, ilk maçta deplasmanda Olympiacos ile oynamak, sonrasında da üst üste 2 maç içeride oynamak bizim için büyük avantaj. Umarım okyanusu geçip derede boğulmayız. Bu galibiyet ile içeride oynadığımız her maçı kazanarak grup liderliği elde etmek gibi bir şansımız oluştu. Final 4 yolu için grup liderliğinin önemini belirtmeye gerek yok. Final 4 u dile getirmek için henüz çok erken, ama tüm Fenerbahçeliler şu anda emin olun bu heyecana kendilerini kaptırdılar bile.

Bu yaşadıklarımız güzel bir rüyaysa, bu rüya bitmesin, sonu da Barcelona olsun...

Ikinci Yari Baslarken



Oncelikle guzel futbolun oldugu, heyecanli bir ikinci yari dileyelim. Karisik duygularla basliyoruz ikinci yariya. Camianin buyuk cogunlugunu destegini yitirmis olan Aykut Hoca icin hic de kolay olmayacak ikinci yari ama umud ediyorum bu tecrube hocanin ileriki basarilarina zemin hazirliyacak.

Ben Aykut hocanin basarili olmasini isteyen, ve ayni zamanda ikinci yarida ilk yari performansinin uzerine cikarak ligi 70 puan ve ustunde bitirecegine inananlardanim. (ilk yariyi 33 puanla tamamladik)

Peki neden ve nasil:
1) En onemli konu takimin gecirdigi hazirlik donemi. Maalesef sezon basi kampinda Alex, Topuz, Ozer, Gokhan, Lugano, Semih gibi takimin kilit isimleri ile, transferi geciken Niang, Yobo ve Dia katilmadi yada cok az idman yapma sansi buldular. Bu konunun takim performansindaki en onemli etkenlerden biri oldugunu dusunuyorum. Ikinci yari oncesi kampta ise devamli problem yasiyan Niang haricindeki oyuncular idman devamliligi sagladilar. Ozellikle 2 senedir cokca idman kaciran Alex, Semih, Ozer ve Gokhan Gonul gibi oyuncularin neredeyse  butun idmanlara cikmasi takimin sansi oldu.

2) Ilk yarida hocanin tecrubesizligi ve oyuncularla yasadigi inisli cikisli iliskinin, ikinci yarida ozellikle Aykut hocanin kazandigi tecrube olusturdugu guven ile daha iyi olacagina inaniyorum.

3) Ozellikle Alex ve Semih(belki Andre Santos) gibi ilk yarida takimin skor yukunu ustlenmis oyuncularin, ozellikle sozlesme durumlarini da goz onune alarak yuksek performans gostereceklerini tahmin ediyorum.

4) Fenerbahce'nin yine ilk yaridaki onemli sikintilarindan bir tanesi gol ayaklarini kisitliligiydi. Takimin skor yuku neredeyse tamamen Alex, Niang ve Semih uzerine kaldi, Niang'in formsuzlugu ozellikle son donemde takimi etkiledi. Yeni donemle birlikte gecen sene oynadiklari takimlarda 18 gol kaydeden (10 Stoch ve 8 Dia) 2 kanat oyuncumuzun, ilk yaridaki 1 golluk inanilmaz performanslarini toplam 10 gole tasimalarini bekliyorum. Bunu duran toplarda Lugano ve hatta Selcukla daha da etkili olabilecegimizi de katabiliriz.

5) Alaaddin Metinden alinti yapalim
Sahada yok ama rakamlarda LİDER

Duyunca şaşırdım. Görünce inanamadım. F.Bahçe ilk yarıda 4 yenilgi, 3 beraberlik ile kötü bir dönem geçirdi. Ama istatistiklere bakarsanız lider.
17 maçlık toplam pasa bakalım:
8 bin 412 pasın 6 bin 696'si isabetli: Birinci...
Trabzon 7 bin 718 pas ve  5 bin 778 isabet ile ikinci. Beşiktaş 7 bin 694 pas ve 5 bin 992 isabet oranı ile üçüncü.
Kaleye şuta gelince:
F.Bahçe 275 şut ve 115 isabet ile yine birinci.
Trabzon 267 şut, 114 isabet ile ikinci. G.Saray'ın 263, Beşiktaş'ın da 245 şutu var.
En enteresanı da top çalma.
Hani orta sahası yok, savaşmıyor diyoruz ya.
Oysa F.Bahçe 448 top çalma ile yine birinci. İkinci sırada 403 top çalma ile Eskişehir var. Sonra da Trabzonspor (346) ve Bursa (296) geliyor.
Gol pozisyonuna girmede ise Trabzon 126 ile birinci, Fenerbahçe de 124 ile ikinci. Beşiktaş'ın 101, G.Saray'ın 97, Bursa'nın ise 98 pozisyonu var.
Peki bu nasıl oluyor?
İstatistik uzmanlarının yorumu, kaybedilen puanlar bireysel hataların sonucu.
Bir takım top çalmada, şut atmada, pozisyona girmede sıkıntı yaşamıyorsa ve de en çok gol atan takım olup, fazla gol yiyorsa bunun tek nedeni takım oyunundan kopmalar yaşaması ve savunma zafiyetleridir.

Ha bunlar Fenerbahcenin en can alici eksigi olan ligin en az faul yapan ya da en yumusak takimi olmasini degistiriyor mu, hayir.


Sonucta umarim ikinci yarida daha agresif, tempolu ve takim halinde oynayabilen bir Fenerbahce izleriz

Sevgiler,

Fenerbahce Uzerine

Uzun zamandir gonlumden gecen bir seydi bir blog acmak, daha dogrusu paylasmak,

Uzak Dogu'da gecen zamanlarda hasret cektigim konusmalari en azindan bir nebze olsun buradan baslatmak,

Sagolsun, Levin'in de destegiyle ve yureklendirmesiyle bu ilk yazi asamasina geldik,

Umud ediyorum bu blog, sevdigimiz insanlarla guclu bir iletisimin saglayicisi olucak ve her zaman keyif aldigim, hem anlattigim, hem ogrendigim, hem dusundugum o dinamik surec yeniden canlanacak,

Sevdigimiz butun arkadaslarimizin yorum ve yazi katkilarini gormek umuduyla,

Sevgiler,