31 Ocak 2011 Pazartesi

Umuttur insanı yaşatan

Bizim için tamam - devam maçıydı. Mağlübiyet halinde şampiyonluğa havlu atacağımız, beraberlikte puan farkının 7 de kalarak mucizeleri bekleyeceğimiz, galip gelmemiz halinde ise içimizde şampiyonluk için bir heyecan kıpırtısının yaşanmasını sağlayacak bir mücadeleydi. Sahadaki mücadeleye de baktığımızda oyuncuların bunun farkına vardığını ve herşeylerini ortaya koyduklarını rahatça gözlemledik.

Bu sezon 19 haftası geride kalan lig + Türkiye kupası ve Avrupa kupaları serüvenimizde hiç de alışkın olmadığımız bir savaşan takım izledik. İnsan hayıflanmadan edemiyor tabi, madem kapasitemiz bunu yapmaya müsait, bu zamana kadar nerdeydi bu mücadele ruhu ? Aslında dün akşamı sezonun geri kalanından ayrı kılan sadece sahadaki takımın mücadelesi değildi. Senelerdir üstüne ölü toprağı serpilen bir taraftarın, yeşil zemindeki oyuncuların mücadele gücünü gördükçe hırslanması ve takımını kamçılamasıydı. Geçen sezon sonu yaşadığımız trajediden sonra açıkçası tribünde hiç kimse kendine gelemedi. Bu zamana kadar oynanan futbol ve performans baz alındığında da tribünlerin büyük çoğunluğunda en ufak bir hırs görememiştik. Ama dün akşam ne olduysa bu tersine döndü.

Yumurta - tavuk olayı gibi, sahadaki takım mücadele ettiği savaştığı için mi tribünler böylesine hırslandı ve şahlandı, yoksa taraftar mı takımı ateşledi, bir yorum yapmak zor. Sanırım her ikisi de birbirini etkiledi, ama dün akşam statta bulunanlar beni daha iyi anlayacaktır, ortaya muhteşem bir görüntü çıktı. Özellikle 60. dakikadan sonra oyunun seyirine yönelik, oyuna etki edecek şekilde hem hakemi hem de rakibi baskı altına alacak anlamda destek geldi tribünden.

Maçın başındaki "yüreğini koy ortaya" koreografisi ve maçın sonundaki "Kocaman umutlarımızın sahibisin" dev pankartı aslında taraftarın ne istediğinin ve ne hissettiğinin mesajını çok net veriyor. Taraftar sahada sonuna kadar mücadele eden, tekmeye kafa sokan, mağübiyeti ya da beraberliği kabullenmeyen, formasının kıymetini bilen, Fenerbahçe ruhuyla oynayacak, bir maç için gerekirse yüreğini ortaya koyacak oyuncular istiyor. En kısa anlatımla 11 tane Ömer Onan istiyor. Bundan başka biraz da romantik olarak, kendi camiasının çocuğu olan Aykut Kocaman'a da inanmak, bu şampiyonluğu ve gelecekteki başarıları da onunla yaşamak istiyor. Tribünden izlediğinde veya yorumcuları okuyup Aykut hoca'nın yanlışlarını gördüğünde bile Aykut'un işallah bir bildiği vardır demek istiyor.

Aykut Kocaman bizler için çok özel bir insan. Ancak görünen o ki Türk futbolu için de çok ezber bozan, farklı bir kişilik olarak yerini alacak gibi. Efendi, ağırbaşlı, egosuna yenik düşmeyen, basmakalıp cümlelerden kaçınıp yeri geldi mi lafı gediğine oturtmasını bilen ve bana göre kişilik - karakter olarak Fenerbahçe'nin başına 10 numara yakışan bir isim. Teknik kabiliyetler ve oyuncular ile iletişim açısından şu ana kadar çok iyi bir not vermek şahsen mümkün olmasa da, değerlendirme yapmak için daha beklemek lazım. Sadece Trabzon maçı, bugüne kadarki kötü gidişhatı görmemize engel olmamalı ama, başlıkta da dediğim gibi, umuttur insanı yaşatan. Trabzon maçıyla birlikte de sadece şampiyonluk yolunda değil takım olma yolunda ve sahada direnç gösterip savaşma yönünde çok olumlu sinyaller var. Dilerim bunun nedeni Trabzon maçı için konan olağanüstü büyüklükteki prim değildir. Aslında haftaya herşey belli olur.

Dün Markus Merk'in de dediği gibi, maç başladığında henüz 1. dakika dolmuşken, futbolcuların topa nasıl hırsla basıp, 1 kişiye 3-4 kişi pres yapıp, topu kapma isteklerini gördüğümüzde bu maçı daha çok isteyen tarafın Fenerbahçe olduğu belli olmuştu. Dolayısıyla maçın başındaki 1 dakika bile aslında bazen çok şey ifade edebiliyor. Dün akşam bireysel performanslardan çok takımın toplu halde istekli olması, çok ve etkili koşması damga vurdu ancak Mehmet Topuz'un bitmek tükenmez enerjisini es geçemeyecem. Dün bir insandan çok öte bir canlı gibi koştu - mücadele etti ve savaştı. Helal olsun.

Maçtan önce arkadaşlarla birlikte maç öncesini konuşurken, bugüne kadar ki gelen süreci göz önünde bulundurarak "2 farkla kazanmamız imkansız" demiştim. Zira bugüne kadar olan maçlara baktığımızda iç sahada orta - alt sıra takımlarına karşı oynarken bile hep golü atıp arkasındaki 6-7 dakikalık fırtınada 2. yi bulamadığımız zaman o attığımız golün üstüne yatmayı düşünüyoruz. Futbolcular bile bunu zaman zaman dile getirdi. Misal Volkan "Fenerbahçe gibi bir takım 1. golü bulduktan sonra onu savunmayı değil 2. yi atmayı düşünmeli" demişti hatırlarsanız. Bu mentalite biraz Aykut Kocaman ile yerleşmiş gibi geliyor bana. Açıkçası Fenerbahçe gibi büyük bir takımın hele de kendi evinde öne geçtiği maçlardan sonra panik yapıp onu savunmaya geçmesine anlam veremiyorum. Tamam deli danalar gibi açılmanın da manası yok ama 1 farklı önde götürülen maçların hiç biri garanti değil. Bunlardan ilk yarıda özellikle deplasmanda çok çektik. İlk golü atıp puan kaybedilen maçların sayısı oldukça fazla. Buna Aykut hocanın bir çare bulması lazım, ya da Aykut'un mentalitesinin değişmesi, Fenerbahçe'nin büyük takım olduğunu futbolculara hissettirip 1. golden sonra 2. golü bulmak için de işin hücum yönünü bırakmamalarını anlatması lazım.

Dün 1. golden sonraki fırtına biraz uzun sürdü, oyunu ilk 30 dakika adeta domine ettik, 2. golü de bir kontrayla bulup, daha sonrasında özellikle 35-40. dk dan sonra devrenin bitmesi için dua eder hale geldik. Trabzon'un 2-0 dan sonra üstümüzde baskı kurmasında, iyi oynuyor gibi gözükmesinde kesinlikle bizim istemli ya da istemsiz geriye çekilmemizin büyük payı var. 2. yarı da oyunun geneli Trabzonspor'un baskısıyla geçti. Tamam kapanıyoruz, ama karşılığında da rakip takım bazen şuursuzca saldırıyor, işte bu şuursuz saldırıları defederken bir türlü düzgün kontraatağa çıkamıyor takım. Halbuki elinde de Dia - Niang - Stoch gibi bir anda hızlanabilen, çabuk, atik oyuncuların var. Yani kadroya baktığımız zaman bu oyuncuları görünce, Fenerbahçe 1-0 öne geçtiği maçlarda asla maçı kaybetmemesi lazım, ama biz çok kötü kontraya çıktığımız, daha doğrusu çıkamadığımız için bir türlü bunları değerlendiremiyoruz. Rakip takım korner kullanırken neredeyse 11 oyuncu birden ceza sahamız içerisinde, yarı sahada olmasını geçtim, ceza sahası içinde. Bu durumda asla kontraya çıkamazsınız. Dün İstanbul Büyükşehir Belediyespor Beşiktaş karşısında nasıl da kontralara çıktı, sayısız pozisyon buldu. İşte biz bunu beceremiyoruz, dolayısıyla da hep 1-0 ın 2-0 ın üstüne yatmaya çalışırken sıkıntı yaşıyoruz, dün de maç 2-0 olmasına rağmen tribündeki büyük çoğunluk maçı tedirginlikle takip etti.

Bir kısa not da oyuncu değişikliklerine. İlk oyuncu değişikliğimiz 76'da oldu. Bana göre oldukça geç. Çünkü rakip takımın oyunu domine ettiği 2. yarıda iyi ya da kötü bir müdahelede bulunmak gerekiyor. Derken müdahele geliyor ama, yapılan 1 değişiklik ile birdenbire sahadaki bir çok oyuncun yeri değişmeye başlıyor. Belki de 3-4 oyuncu 75 dakikadır oynadıkları yerlerden farklı mevkilere geçiyor. Dün Bekir girince mesela Dia çıktı. Gökhan Gönül bir anda orta sahaya geldi. Bunlar oyun içierisindeki çok ekstrem değişiklikler. Bence tehlikeli de. Dünkü maçta 2-0 ın sütüne yattık ama çok da ciddi pozisyon vermedik direkten dışarı çıkan top haricinde. Bu da aslında önemli olan pozitif bir özellik. Yani maçın 2. yarısı aslında Trabzon'un kontrolünde geçmiş olsa da, Trabzonsporlular'ın "bu nasıl kaçar" diyebileceği gol pozisyonu pek fazla yok.

Oyunculara tek tek değinmek istemiyorum, o işi Çınar'a bırakacağım ama Trabzon'daki Jaja'ya özellikle değinmek istiyorum. Maçı çıplak gözle izleyince ne kadar müthiş bir oyuncu olduğunu anlamak daha mümkün. Bu adamı bütün maç biz durduramadık. Sanki soyunma odasında bizim takıma "Jaja'yı durdurmak için hepinizin 1 sarı kart hakkı var" gibi bir söylemde bulunulsa bu akdar olurdu. Jaja her topu aldığında bazen tatlı sert müdaheleler ile, bazen de kasıtlı müdaheleler ile durdurmaya çalıştık. Rakipler Fenerbahçe'ye karşı Alex ve Emre'ye bunu yaptıklarında accaip sinirim bozuluyor ve hakemlerin kart göstermeyip seyirci kalmasına çıldırıyorum. Dün Bünyamin Gezer seyirci kalmadı, faullerin kart gerektirdiği yerlerin hepsinde nerdeyse kartını kullandı ve Selçuk'un da hatası sonucu 10 kişi kaldık. Bize çok pahalıya mal olabilirdi, ama şükür ki Glowacki de aynı hataya düştü. Bünyamin Gezer bu durumlarda eşitlemeyi seven bir hakem, ama taraftar da öylesine bir baskı oluşturdu ki o ortamda hakemin kırmızıyı çıkartmama şansı yoktu.

Daha fazla uzatmayalım, Çınar'a da yazacak şeyler bırakalım. Geçen sezonki kapanış ve sonrasında yaşanılanlara, bu maça kadar ki kötü performansı ekleyince açıkçası ne ben ne de taraftarın çoğu şampiyonluk için ümit sahibi değildik. Ama dünkü atmosferi statta yaşayınca "bir umuttur insanı yaşatan" demeden de geçemeyeceğim. İnanmak istiyoruz, sahada yüreğini ortaya koyan futbolcular görmek istiyoruz, başarı istiyoruz ve en önemlisi bu başarıyı Aykut Kocaman gibi kendi değerimizle görmek istiyoruz. Trabzonspor maçında kıvılcımı çaktılar, bizi çok umutlandırdılar, dolayısıyla tek temennim "umutlandırıp utandırmasınlar". Evet umuttur insanı yaşatan ama, geçen seneki gibi hem sonuçlarla hem de anonsla umutlanıp sonrasında gerçekle yüzleşince, "keşke hiç umutlanmasaydık da bunları yaşamasaydık" diyebiliyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder